XIX. YÜZYIL SİYASİ OLAYLARI
A. XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti'nin Durumu
Osmanlı İmparatorluğu XIX. yüzyılda gücünü tamamen kaybetmiştir. Kendi varlığını kendi gücüyle koruma imkanını kaybetti. Bu nedenle çeşitli devletlerle sürekli değişen ittifaklar içine girdi. Çağın güçlü devletleri de Osmanlı toprakları üzerinde çeşitli pazarlıklar yapmaktaydılar.
Rusya; XVIII. yüzyılda olduğu gibi, Boğazlar ve Balkanlar yoluyla sıcak denizlere inme idealindeydi. İngiltere; Uzak Doğudaki sömürgelerine giden yolları, yani Doğu Akdeniz'i ele geçirme amacındadır.
Fransa ise İngiltere'yi güçsüz düşürmek amacıyla Mısır'ı almak istemektedir.
Bu üç devlet arasındaki çıkar çatışmaları Osmanlı İmparatorluğunun varlığını korumasında etkili oldu. Herhangi bir saldırı anında çıkarları elden giden devletler Osmanlı Devleti'nin yanında yer aldılar.
B. Osmanlı-Fransız-İngiliz-Rus İlişkileri (1800-1806)
Napolyon'un Mısır'a saldırması üzerine İngiltere ve Rusya Osmanlı Devleti'ne yardım ettiler, Mısır'da Osmanlı Devleti'ne geri verildi. Buna rağmen Ruslar Fransız tehlikesinin devam ettiğini iddia ederek işgal ettikleri yedi Ege adasını boşaltmadılar.
Napolyon'un imparator olmasından sonra Fransa'ya karşı İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya arasında savaş başlayınca geleneksel Osmanlı-Fransız dostluğu yeniden başladı. Rusya ise yedi Ege adasında, Mora, Sırbistan, Eflâk ve Buğdan'da halkı isyana kışkırtmaktaydı. Bu kışkırtmalar sonunda 1804'de Sırplar ayaklandılar. Eflâk ve Boğdan beylerinin de isyana hazırlandıkları öğrenilince bu iki bey görevlerinden alındı. Boğazlar da Ruslara kapatıldı. İngiliz ve Rus elçilerinin istekleri reddedilince Ruslar Dinyester'i geçerek Eflâk ve Boğdan'a girdiler. Bunun üzerine Rusya'ya savaş ilân edildi.
C. Osmanlı-Rus Savası ve Bükreş Antlaşması (1806-1812)
Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlaması üzerine İngiliz donanması İstanbul'a geldi (1807). Babıâli'ye ültimatom vererek Ruslarla anlaşılmasını, Eflâk ve Boğdan beylerinin tekrar atanmalarını, Fransa sefirinin İstanbul'dan çıkarılmasını istediler. Eflâk ve Boğdan beyleri yeniden atandı. Fakat Fransız elçisi İstanbul'dan çıkarılmadı. Rusların Eflak ve Boğdan'ı işgal etmesi üzerine İngiliz donanması geri döndü. Çanakkale Boğazı'ndan geçerken kayıp veren İngilizler İskenderiye'ye saldırdılar. Fakat Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, İngilizleri Mısır'dan çıkardı.
Ruslarla savaşın devam ettiği sırada Napolyon Tilsit'te Rus Çarıyla görüşerek antlaşma yaptı (1807). İstanbul'da III. Selim tahttan indirilerek IV. Mustafa padişah yapıldı. Alemdar'ın İstanbul'a gelişiyle IV. Mustafa'nın yerine II. Mahmut padişah oldu (1808).
Napolyon ise Rus çarı ile Efrut'ta görüşerek Eflâk-Boğdan'ın işgalini kabul etti (1809). Napolyon'un bu iki yüzlü siyaseti Osmanlı-Rus savaşını yeniden başlattı. Bir süre sonra Napolyon'un Rusya ile arası açılınca Napolyon, Rus seferine devam edilmesini istedi. Fakat Osmanlı Devleti Napolyon'un iki yüzlü siyasetinden rahatsız olduğundan Ruslarla barış yapmayı tercih etti.
Ruslarla Bükreş Antlaşması yapıldı (1812):
1) Eflâk ve Boğdan Osmanlı Devleti'ne geri verildi.
2) Prut ırmağı sınır kabul edildi.
3) Anadolu'da sınır savaştan önceki duruma getirildi.
4) Sırbistan'a imtiyaz verilmesi kabul edildi.
* Bu anlaşmayla Osmanlı Devleti ilk defa bir topluma milliyetçilik hareketlerinin sonunda imtiyaz veriyordu.
D. III. Selim'in Tahttan İndirilmesi (1807)
III. Selim'in giriştiği Nizam-ı Cedit ıslahatı yeniçerilerin ve çıkarları elden giden çevrelerin işine gelmedi. Osmanlı-Rus Savaşı dolayısıyla ordunun Tuna boylarına gitmesinden yararlanan muhalifler Şeyhülislâm Ataullah Efendi ve sadrazam kaymakamı Köse Musa Paşa başta olduğu halde harekete geçtiler. Boğaziçi’ndeki topçu yamaklarına Nizam-ı Cedit elbisesi giydirilmesi konusunu istismar ederek isyan çıkardılar. Kabakçı Mustafa İsyanı adıyla tarihe geçen isyan sonunda III. Selim tahttan indirildi. IV. Mustafa padişah oldu (1807).
E. II. Mahmut'un Padişah Olması (1808)
IV. Mustafa'nın padişah olmasıyla yönetim Kabakçı Mustafa ve adamlarının eline geçti. Nizam-ı Cedit ocağı kaldırıldı, taraftarları izlendi. III. Selim devrinde yapılan ıslahatlar bir anda yok edildi.Nizam-ı Cedit taraftarları ise Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa'nın yanına gittiler. III. Selim taraftarı olan Alemdar, III. Selim'i yeniden hükümdar yapmak amacıyla İstanbul'a yürüdü. Alemdar'ın İstanbul'a gelmesiyle önce Kabakçı Mustafa ortadan kaldırıldı. Nizam-ı Cedit taraftarlarının saraya saldırması üzerine IV. Mustafa, III. Selim'i öldürttü. Bunun üzerine Alemdar Mustafa Paşa, IV. Mustafa'yı tahttan indirerek II. Mahmut'u padişah yaptı (1808).
F. Alemdar Mustafa Paşa Dönemi
II. Mahmut kendisine sadrazam olarak Alemdar Mustafa Paşa'yı seçti. Alemdar Mustafa Paşa yönetime egemen oldu.
• Nizam-ı Cedit taraftarlarını işbaşına getirerek yenilik hareketlerini başlattı.
• III. Selim'in ölümünde etkili olan kişiler cezalandırıldı.
• Olaylara karışan ulema İstanbul'dan sürüldü.
• İstanbul'un asayişi sağlandı.
• Sened-i İttifak (1808)
XIX. Yüzyıl başında Anadolu ve Rumeli'de ayanlar türemişti. Alemdar sarsılan devlet düzenini yeniden kurabilmek amacıyla bütün ayanları İstanbul'da topladı. Ayanların ve devlet adamlarının katılımıyla büyük bir toplantı yapıldı. Yapılan görüşmeler sonunda hükümet ile ayanlar arasında "Sened-i İttifak" yapıldı (1808).
1) Devlet, ayanların varlığını kabul etti.
2) Ayanlar devlet otoritesini kabul edecekler, verilen emirlere uyacaklardı.
3) Ayanlar yapılan ıslahatlara bağlı kalacaklardı.
4) Ayanlar kendi bölgelerindeki halka adaletli davranacaklardı.
5) İstanbul'da isyan çıkaracak olursa ayanlar, İstanbul'a gelerek isyanı bastıracaklardı.
Önemi:
1) Sened-i İttifak, Osmanlı tarihinde başka örneği olmayan bir belgedir.
2) Osmanlı Devleti ayanların varlıklarını tanıyarak onları hukuki hale getirmiştir.
3) Bu belge, Osmanlı Devleti'nin ayanlara söz geçiremeyecek kadar zayıf duruma düştüğünü göstermektedir.
4) Osmanlı tarihinde ilk defa padişah kendi otoritesi dışında bir güç olarak ayanları kabul etmiştir.
• Alemdar, Nizam-ı Cedit'in yerine Sekban-ı Cedit adlı yeni bir ocak kurdu.
• Yeniçeri Ocağı ıslah edilerek eğitim yapmaları sağlandı.
• Birçok kimsenin geçim kaynağı olan ulufe alım satımı yasaklandı.
Alemdar Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı ancak dört ay sürdü. Kendisinin ve etrafındaki kişilerin olumsuz davranışları halk üzerindeki etkinliğini azalttı. Yenilik hareketleri sonunda çıkarları bozulan Yeniçeriler aleyhte faaliyetlere başladılar. Padişah da Sened-i İttifak'tan dolayı kendisine cephe aldı. Sonuçta Yeniçeriler ayaklanarak Alemdar'ın ölümüne neden oldular. İsyancılar IV. Mustafa'yı padişah yapmak istedilerse de II. Mahmut onu öldürttü. Bunun üzerine Yeniçeriler Sekban-ı Cedit'in kaldırılmasını istediler. Bu isteğin kabulüyle isyan sona erdi.
G. Osmanlı İmparatorluğunda Milliyetçilik Hareketleri
Fransız İhtilâli'nin sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik akımı XIX. yüzyılda Osmanlı ülkesinde etkili oldu. Özellikle Balkanlarda bağımsızlık amacıyla isyanlar çıktı. Bu isyanların başlamasında,
• Milliyetçilik akımı,
• Rusların Balkanlardaki halkı kışkırtmaları,
• Mahalli yöneticilerin halka karşı yanlış politikalar uygulamaları,
• Bazı toprakların savaşlar sırasında el değiştirmesi,
• Balkanlardaki bir kısım toprakların savaş alanı durumuna gelmesi,
• Merkezi otoritenin sarsılması etkili olmuştur.
1. Sırp İsyanı (1804):
Fatih zamanında Osmanlı topraklarına katılan Sırbistan halkına din ve mezhep özgürlüğü verilmişti. XIX. yüzyılda milliyetçilik düşüncesi etkisiyle ilk ayaklanan toplum Sırplar olmuştur. Sırpların isyan etmelerinde şunlar etkili olmuştur.
• Osmanlı-Avusturya-Rusya savaşları dolayısıyla Sırbistan topraklarının sık sık istilaya uğraması.
• Yeniçeri kodamanlarının halka zulmetmeleri.
• Fransız İhtilâli'nin yaydığı milliyetçilik düşüncesi.
• Rusya ve Avusturya'nın yaptığı propagandalar.
Sırplar Kara Yorgi liderliğinde 1804 yılında ayaklandılar. Ayaklanmanın bastırılacağı sırada 1806'da Osmanlı-Rus savaşı başladı. 1812'de yapılan Bükreş Antlaşması'nda Sırplara imtiyazlar verilmesi şeklinde bir madde yer aldı. Bundan yararlanan Kara Yorgi Sırpların bağımsızlığını istedi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Sırbistan'a müdahele ederek isyanı bastırdı. Kara Yorgi Avusturya'ya kaçtı. Bir süre sonra Miloş Obronoviç isimli bir domuz tüccarı Sırpların başına geçerek isyan etti. Osmanlı Devleti, Rusya'nın olaya karışmasını engellemek amacıyla Miloş'u Sırbistan prensi olarak tanıdı. Böylece Osmanlı Devleti'ne bağlı Sırbistan prensliği kuruldu.
* Sırbistan, 1830 yılında Osmanlı Devleti'ne bağlı, fakat iç işlerinde serbest duruma geldi. 1878 yılında bağımsızlığını elde etti.
2. Yunan İsyanı
Osmanlı Devleti içinde yaşayan unsurların en imtiyazlısı "Rum”lardı. Sanat, ticaret ve özellikle gemicilikle uğraşmaktaydılar. Ruslarla kurulan münasebetlerle Rumlarda bağımsızlık şuuru gelişmeye başladı. 1768'de Rus donanmasının Mora sularına gelmesi üzerine Rumlar isyan ettiler. Ticaret yoluyla çok zenginleşen Rumlar açtıkları okullarda ihtilâl fikirlerini yaymaya başladılar.
Yunanlıların isyan etmelerinde;
• Ticaret sayesinde zenginleşmeleri,
• Milliyetçilik akımının yayılması,
• Rum aydınlarının bağımsızlık için çalışmaları,
• Avrupalı aydınların çalışmaları: Avrupa aydınları ulaşılan bilim ve teknik seviyesinin temelinde Antikite denilen Yunan kültürünün olduğunu düşünüyorlardı. Bu nedenle Rumlara sempati duyan Avrupalı aydınlar Türkler aleyhinde yazılar yazıyorlardı.
• Etniki Eterya Cemiyeti'nin kurulması: Etniki Eterya 1814 yılında Odesa'da kuruldu. Cemiyetin amacı İstanbul başkent olmak üzere Bizans İmparatorlu-ğu'nu kurmaktı. İlk amaçları Yunan devletinin kurulmasıydı.
• Tepedelenli Ali Paşa'nın isyanı: Etniki Eterya, Mora Rumlarını ayaklanacak duruma getirdi. Ancak bu sırada Yanya valisi olan Tepedelenli Ali Paşa, Rumlara göz açtırmıyordu. Tepedelenli'nin İstanbul'la arasının açılması ve isyan etmesi Rumların işine yaradı.
a) Eflâk İsyanı: Yunanlılar ilk defa Eflâk'da isyan ettiler. İsyanın lideri Aleksandr İpsilanti isyanı Mora yerine Eflâk'ta başlatmakla:
• Rusya'nın yardımını sağlamayı,
• Eflak-Boğdan halkının desteğini almayı
• Diğer Ortodoks toplumlarında desteğini alarak Balkanlarda genel bir ayaklanma çıkarmayı amaçlamıştı.
Aleksandır İpsilanti 1820'de Eflâk'ta isyanı başlattı. Uzun yıllardan beri Voyvodalık yapan Rumların baskısından dolayı onları sevmeyen Eflâk halkı destek vermeyince İpsilanti başarılı olamadı.
b) Mora İsyanı: 1821 yılında isyan Mora'da başladı. Yunanlılar köylerde görülmedik zulümler yaptılar. Osmanlı Devleti'nin bu sırada Tepedelenli Ali Paşa ile uğraşması Mora isyanının gelişmesine neden oldu.
Avrupalılar Yunan isyanını büyük bir sevgiyle karşıladılar. Rumlara para ve malzeme yardımı yaptılar.
Hatta ünlü İngiliz şairi Bayron gibi bazı gönüllüler Mora'ya gelerek savaşa katıldılar.Gittikçe yayılan Mora isyanı, bir türlü bastırılamadı. Bunun üzerine padişah II. Mahmut isyanı bastırmak amacıyla, Mısır valisi Mehmet Alî Paşadan yardım istedi. İsyanı bastırdığı taktirde Mehmet Ali Paşaya Mora ve Girit valilikleri vaat edildi. Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşayı kuvvetli bir donanma ile 16 bin kişilik kuvveti Mora'ya gönderdi.İbrahim Paşanın gelmesiyle Mora isyanı bastırıldı (1827).
c) Navarin Olayı (1827): Yunan isyanının bastırılması üzerine İngiltere ve Rusya duruma müdahete ettiler. Çünkü Mora ve Girit'de Mehmet Ali Paşa gibi güçtü bir valinin bulunması yerine zayıf bir Osmanlı egemenliği ya da küçük bir Yunan devletinin kurulması işlerine geliyordu. İngiltere ve Rusya, aralarında anlaşarak, bağımsız bir Yunan devletinin kurulmasına karar verdiler. Bu teklifi, Avusturya reddederken, Fransa kabul etti. İngiltere, Rusya ve Fransa aralarında bir anlaşma yaparak Yunanistan'ın bağımsızlığının tanınması amacıyla Osmanlı İmparatorluğu'na bir ültimatom verdiler. II. Mahmut'un bu teklifi reddetmesi üzerine müttefikler donanmalarını Mora sularına gönderdiler. Osmanlı ve Mısır donanmalarının bulunduğu Navarin limanını abluka ettiler. Tarihe Navarin Olayı adıyla geçen bu olay sonunda donanmamız tamamen yakıldı (1827).
d) Osmanlı-Rus Savaşı (1828-1829): Osmanlı Devleti, Navarin Olayı'nı protesto etti. İngiltere, Fransa ve Rusya'dan savaş tazminatı talep etti. Üç devletin suçlamayı kabul etmemeleri üzerine ilişkiler kesildi. Bu gelişmeler sonunda:
• Fransızlar Mora’yı işgal ettiler.
• İngilizler Mora'da bulunan Mısır kuvvetlerini İskenderiye'ye taşıdılar.
• Ruslar ise Osmanlı Devleti'ne savaş açtılar.
Rusların, savaş açtığı sırada Osmanlı Devleti, savaşa hazır değildi.
• 1826'da Yeniçeri Ocağı kaldırılmıştı.
• Osmanlı donanması Navarin'de yakılmıştı.
• Yapılan askeri ıslahatlar henüz sonuçlarını vermemişti.
Ruslar, bu durumdan yararlanarak önce Eflâk ve Boğdan'ı işgal ettiler, Tuna boylarına indiler. Doğu'da Kafkasya yönünde ilerleyen Ruslar Anapa, Soucak, Poti, Kars ve Ardahan kalelerini aldılar. Tuna'yı geçen Ruslar, Varna'yı işgal ettiler. Ancak Silistre önünde mağlubiyete uğradılar.1829'da yeniden saldırıya geçen Ruslar Doğu'da Erzurum'a kadar geldiler. Rumeli tarafında ilerleyen Rus ordusu Silistre'yi alarak Edirne'ye kadar Ulaştılar. Sonuçta Ruslarla Edirne Antlaşması imzalandı (1829):
1) Yunanistan bağımsız olacaktı.
2) Tuna ağzındaki adalar Ruslara bırakıldı. Eflâk ve Boğdan Osmanlılara geri verildi.
3) Eflâk, Boğdan ve Sırbistan'da özerk yönetim kurulacaktı.
4) Doğu'da Anapa, Poti, Ahıska, Akçar, Ahikelk kaleleri Rusya'ya bırakıldı.
5) Rus ticaret gemileri boğazlardan serbestçe geçebileceklerdi.
6) Osmanlı Devleti, Rusya'ya savaş tazminatı ödeyecekti.
Yorum:
• Osmanlı ülkesindeki milliyetçilik hareketleri ilk defa başarıya ulaştı.
• Milliyetçilik akımının etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılarak ilk bağımsız devleti kuranlar, Yunanlılar oldu.
• Yunanistan'a bağımsızlık verilmesiyle Mora'nın elden çıkması Mehmet Ali Paşa isyanına (Mısır meselesi) neden oldu.
• Osmanlı Devleti, kendi kuvvetleriyle Rusya'ya karşı koyamayacağını anladı.
H) Cezayir'in Fransızlar Tarafından İşgali (1830)
1533 yılında Barbaros Hayrettin Paşa'nın Osmanlı himayesine girmesiyle Cezayir, daha geniş ifadesiyle "Garp Ocakları" Osmanlı yönetimiyle beraber Batı Akdeniz denizciliğinde önemli bir yere sahip oldu. 19. yüzyılın başında Avrupa devletleri Cezayir'in deniz gücünden kurtulmak amacıyla harekete geçtiler. 1815 Viyana kongresinde bu yönde bir karar alındı. Ardından da Cezayir topa tutularak gemiler batırıldı. Böylece Cezayir büyük bir darbe yedi.Cezayir Dayısı İzmirli Hasan Paşa'nın alacağı olan paranın verilmemesiyle bozulan Fransız ilişkileri olumsuz gelişmelere neden oldu. Osmanlı Devleti'nin Yunan isyanıyla uğraşmasından faydalanan Fransızlar, yıllarca Cezayir'i kuşattı (1827-1830). 1830 yılında da Cezayir, Fransızlar tarafından işgal edildi. 1847 yılında da işgal tamamlandı. Aynı yıl Osmanlı Devleti, bu durumu kabul etmek zorunda kaldı.
* Böylece Osmanlı Devleti Kuzey Afrika'da stratejik önemi büyük olan bir toprağı kaybetti.
I) Mısır Sorunu
a) Mehmet Ali Paşa'nın Mısır Valisi Olması ve Yükselmesi:
Kavala'da doğan Mehmet Ali Paşa Mısır'ı Fransızlardan kurtarmak amacıyla gönderilen askerlerin içinde subay vekili olarak Mısır' a gitmişti. Öğrenim görmemiş olmasına karşılık zeki, cesur ve kabiliyetliydi. Fransızların geri çekilmesinden sonra Kahire'deki başıbozuk askerlerin komutanı oldu. Sonra da Valiyi Mısır'dan ayrılmak zorunda bırakarak yönetimi eline geçirdi. Osmanlı hükümeti bu durumu tanımak zorunda kaldı (1805).
Mehmet Ali Paşa, Mısır Valisi olduktan sonra kazandığı başarılarla kendisini kabul ettirdi.
• İskenderiye ve Resife asker çıkaran İngilizleri geri püskürtmeyi başardı.
• Mısır'ın büyük bir derdi olan Kölemenlerle uğraştı. Onları kılıçtan geçirerek mallarına el koydu.
• Hicaz'da isyan eden Vehhabilerle mücadele etti. Vehhabi isyanını bastırarak Hac yollarını açtı. Bu başarıyla İslâm dünyasında büyük bir kazandı.Babıâli bu gelişmeler karşısında Mehmet Ali Paşa'ya Hicaz ve Habeş valiliklerini verdi. 1822'de Sudan'ı da ele geçiren Mehmet Ali Paşa, bir Mısır devleti kurmayı başardı.Mehmet Ali Paşa; askerlik, bayındırlık, tarım ve ticaret dallarında yaptığı yeniliklerle büyük bir güç kazandı. Elde ettiği gelirlerle Fransızların yardımıyla ordu ve donanmasını modernleştirdi. Avrupa'ya, özellikle Fransa'ya öğrenciler gönderildi. Mehmet Ali Paşa'nın çalışmaları, Mısır'ı Doğu Akdeniz'de önemli bir yere getirdi.
b) Mehmet Ali Paşa'nın İsyanı
Mehmet Ali Paşa, Mora isyanı üzerine Osmanlı Devleti'ne yardımcı kuvvet göndermiş, ancak Navarin'de Osmanlı donanmasıyla beraber donanmasını kaybetmişti. Özellikle Mora'daki askerlerini habersizce çekmesi ve 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında yardım istendiği halde asker göndermemesi, Padişah ile arasının açılmasına neden oldu.
Mora'yı alamayan Mehmet Ali Paşa, II. Mahmut'tan Suriye ve Girit valiliklerinin kendisine verilmesini istedi. Mehmet Ali Paşa Suriye'yi alarak Navarin'de yanan donanmasını buradaki ormanlardan yararlanarak yeniden kurmak istiyordu. Padişah II. Mahmut, bu teklifi kabul etmediği gibi Mehmet Ali Paşa'yı Mısır Valiliğinden atmak için planlar yapmaya başladı. Fakat ilk harekete geçen Mehmet Ali Paşa oldu.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa, bir alacak meselesiyle başlayan olayları bahane ederek Akka üzerine yürüdü.
Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki Mısır Ordusu Akka'yı alarak Şam üzerine yürüdü. Şam'ı alan Mısır Ordusu Belen geçidinde bir Osmanlı ordusunu yenerek Adana'ya girdi (1833). Ardından da İstanbul üzerine yürüdü. Sadrazam Reşit Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerinin de Konya'da mağlup olmasıyla Mısır ordusuna İstanbul yolu açıldı.
c) Kütahya Antlaşması (1833):
II. Mahmut, İbrahim Paşa'nın kazandığı bu başarılar üzerine Ruslardan yardım istemek zorunda kaldı. Rus çarı l. Nikola, bu teklifi kabul ederek Karadeniz donanmasıyla 15 bin kişilik bir Rus ordusunu İstanbul'a gönderdi. Rus donanmasının İstanbul'a kadar gelmesi Mısır sorununu bir Avrupa sorununa dönüştürdü. Çıkarları tehlikeye düşen İngiltere ve Fransa II. Mahmut'la Kavalalı Mehmet Ali Paşa arasına girerek anlaşma yapılmasını sağladı. Bunun üzerine Kütahya Antlaşması yapıldı (1833).
1) Mehmet Ali Paşa'ya Mısır ve Girit Valiliklerine ek olarak Suriye Valiliği,
2) Oğlu İbrahim Paşa'ya da Cidde valiliğine ek olarak Adana valiliği verildi.
Yorum:
• Bu antlaşma, Mısır sorununu bir süre için çözümledi.
• İki tarafta yapılan antlaşmadan memnun olmadı.
• Rusların İstanbul'a gelmesi Mısır sorununu Avrupa sorunu haline getirdi.
• Osmanlı Devleti, Rusya ile antlaşma yapma yoluna gitti.
d) Hünkâr İskelesi Antlaşması (1833):
II. Mahmut'un yardım istemesiyle İstanbul'a gelen kuvvetleri Hünkâr iskelesine yerleştiler. Kütahya Antlaşması yapıldığı ve Mısır kuvvetleri geri çekildiği halde Rus kuvvetleri Boğazdan ayrılmadılar. Padişah II. Mahmut ise Suriye ve Adana'yı kaybettiği için Kütahya antlaşmasından memnun değildi. Ayrıca, Mehmet Ali Paşa'nın yeniden isyan etmesinden endişelenen Padişah İngiltere ve Fransa'ya güvenmiyordu. Bütün bunlar II. Mahmut'un Ruslarla ittifak yapmasına neden oldu. Bu amaçla Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Hünkâr İskelesi Antlaşması yapıldı (1833).
1) Osmanlı Devleti ve Rusya savaş zamanında birbirine yardım edeceklerdi.
2) Osmanlı Devleti'ne bir saldırı olursa, Rusya asker ve donanma gönderecekti, ancak masrafları Osmanlı Devleti karşılayacaktı.
3) Rusya bir saldırıya uğrarsa, Osmanlı Devleti Rusya'ya asker ve donanma göndermeyecek, fakat buna karşılık Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını kapatacaktı.
4) Bu antlaşma sekiz yıl süreyle yürürlükte kalacaktı.
Yorum:
• Hünkâr İskelesi Antlaşması, Rusya'nın Karadeniz'deki güvenini artırdı.
• Osmanlı Devleti, Mehmet Ali Paşa'nın yeniden isyanına karşı kendini güvenceye aldı.
• Boğazların kapatılması İngiltere ve Fransa'nın çıkarlarını tehlikeye düşürdü.
• Hünkâr iskelesi Antlaşmasıyla Boğazlar sorunu ortaya çıktı.
• Osmanlı Devleti, Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkını son defa tek başına kullandı.
e) Mehmet Ali Paşa'nın Yeniden İsyanı (1839)
Kütahya Antlaşması ne II. Mahmut'u, ne de Mehmet Ali Paşa'yı memnun etmişti. Padişah; Mısır, Suriye, Adana, Girit ve Cidde gibi büyük eyaletleri Mehmet Ali Paşa'ya vermekten rahatsızdı. Mehmet Ali Paşa 1833 yılından itibaren adeta bağımsız bir hükümdar gibi hareket ediyordu. Ordu ve donanmasını güçlendirmeye devam etti. 1838 yılına gelindiğinde, Mehmet Ali Paşa'nın bağımsızlığını açıklayacağı söylentileri yayılmaya başladı.
Doğu Akdeniz'de güçlü bir Mehmet Ali Paşa istemeyen İngiltere Osmanlı Devleti'ni tercih ediyordu. İngiltere, Osmanlı Devleti'nin zor durumundan da yararlanmak istedi. İki devlet arasında 1838'de bir ticaret antlaşması yapıldı. Osmanlı Devleti İngiltere'ye yeni ticari ayrıcalıklar vererek buna karşılık onun desteğini aldı.
Fransa ise Mehmet Ali Paşa'nın Mısır'a egemen olmasına ve bağımsızlığını ilân etmesine, özellikle de ekonomik açıdan güçlenmesine taraftardı. Osmanlı Devleti, Fransa ile de bir ticaret antlaşması yaparak ikinci büyük devletin de siyasi desteğini sağladı.
Mehmet Ali Paşa 1839'da bağımsızlığını ilân ederek ayaklandı. Nizip savaşı, Osmanlı Devleti'nin yenilgisiyle sonuçlandı. Yenilgi haberi İstanbul'a gelmeden II. Mahmut öldü, yerine Abdülmecit padişah oldu. Bu sırada Kaptan-ı Derya Ahmet Fevzi Paşa, Osmanlı donanmasını Mısır'a götürdü. Böylece, Osmanlı Devleti, savunmasız bir duruma düştü.
Osmanlı Devleti'nin bu durumundan dolayı Rusların Hünkâr İskelesi Antlaşmasından yararlanarak İstanbul Boğazı'na girebileceğini düşünen İngiltere ve Fransa, Mısır sorununu Avrupa sorunu haline getirmeye' karar verdiler. İngiltere ile çatışmayı göze alamayan Rusya da bu durumu kabul etti. Sonunda İngiltere, Avusturya, Prusya, Rusya ve Osmanlı Devleti'nin delegeleri Londra'da toplandılar. Mısır sorunu görüşülerek Londra Antlaşması yapıldı (1840).
1) Mısır eyaleti hukuk bakımından Osmanlı Devleti'ne bağlı olacak, yönetimi Mehmet Ali Paşa ve oğullarına bırakılacak.
2) Mısır Osmanlı Devleti'ne yıllık vergi ödeyecek ve Osmanlı donanmasını geri gönderecekti.
3) Suriye, Adana ve Girit Osmanlı Devletine verilecekti.
Fransa'ya güvenen Mehmet Ali Paşa bu antlaşmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Osmanlı ve İngiliz donanmaları Suriye ve Mısır kıyılarına abluka ettiler.Akkâ kalesi kısa zamanda alındı. Mehmet Ali Paşa, Londra Antlaşması'nı kabul etti. Bu gelişmeler sonunda:
• Mısır sorunu çözüldü.
• Mısır iç işlerinde serbest, dış işlerinde Osmanlı Devleti'ne bağlı bir imtiyazlı eyâlet haline geldi.
• Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında Tanzimat Fermanı ilân edildi (1839).
İ) Boğazlar Sorunu
a) Boğazlar Sorununun Ortaya Çıkması
Osmanlı Devleti, 15. yüzyılın ortalarından itibaren İstanbul'u ve arkasından Sinop, Trabzon, Kırım, Eflâk-Boğdan'ı fethetti. Böylece Marmara ve Karadeniz bir iç deniz haline geldi. Bununla birlikte Boğazlar da tamamen egemenlik altına alındı. Boğazlar ve Karadeniz'in yabancı gemilere kapalılığı, Osmanlı Devleti'nin ısrarla üzerinde durduğu bir konu olmuştur.
Osmanlı Devleti'nin 1535'de Fransa'ya, 1578'de İngiltere'ye, 1598'de Hollanda'ya verdiği kapitülasyonlarla Boğazlar bu devletlerin ticaret gemilerine açık hale getirilmiştir.
Osmanlı Devleti'nin zayıflamasıyla beraber Büyük Devletler, Avrupa'da üstünlük kurabilmek için Boğazları ele geçirmeyi amaçladılar. Bu durum Boğazların dolayısıyla Osmanlı Devleti'nin bir hedef haline gelmesine neden oldu. Rusya'nın güçlenmesi bu durumu daha da önemli duruma getirdi.
1700'de İstanbul Antlaşması'yla Azak'ın Rusların eline geçmesi, Karadeniz'deki statüyü değiştirmeye başladı. Ruslar burada bir filo kurmaya başladılarsa da, Osmanlı Devleti'nin tepkisi üzerine Karadeniz'de Türk gemileri ile ticaret yapmak zorunda kaldılar.
1774 yılında Küçük Kaynarca Antlaşması ite Rusya, Karadeniz'de kendi gemileri ile ticaret yapmak ve ticaret gemilerini Boğazlardan geçirmek hakkını elde etti. Ancak bu bir kapitülasyon niteliği taşıyordu ve Boğazların kapalılığı ilkesi yine devam ediyordu.
Napolyon'un 1789'de Mısır Seferi ile Fransa'nın buraya yerleşme durumu Akdeniz'de çıkarları olan devletleri harekete geçirdi. Bu devletlerden İngiltere, Fransa'nın Hindistan yolu üzerinde yerleşmesini istemiyordu. Akdeniz'le ilgili emelleri olan Rusya ise Osmanlı Devleti ile bir ittifak antlaşması yaptı. 1798'de yapılan antlaşma ile Osmanlı Devleti) Rus savaş gemilerinin geçici olarak ve kendisine yardım etmek amacıyla Boğazlardan geçmesine izin yerdi. Karadeniz'in Türk ve Rus gemilerinden başkasına kapalı olduğu, yani Rusya'nın ortaklığı kabul edildi.
* Bu tarihe kadar Boğazları egemenliğinde bulunduran Osmanlı Devleti, ilk defa Boğazları başka bir devletle yaptığı antlaşmada söz konusu yaparak, bazı kayıtlara bağladı.
Osmanlı-Rus Savaşı'nın başlamasıyla (1806) bu antlaşma geçersiz duruma geldi. Bu arada İngiliz savaş gemileri, Çanakkale Boğazından zorla geçerek İstanbul önlerine geldi. Bundan sonra 1809'da İngilizlerle Kale-i Sultaniye (Çanakkale) Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmada, Boğazların bütün savaş gemilerine kapalılığı ilkesi kabul edildi. Osmanlı Devleti, barış zamanında hiç bir devletin savaş gemisinin Boğazlardan geçirmeyeceğine garanti verdi.
* Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti ile Rusya arasında bir sorun olan Boğazlar konusuna ilk defa Boğazlarla ilgisi olmayan bir üçüncü devlet (İngiltere) resmen karıştı.
1829 Edirne Antlaşması ile Rusya, hakkını Osmanlı Devleti'ne bir defa daha kabul ettirdi. Ayrıca Karadeniz'deki ticaretten bütün devletlerin gemilerinin yararlanabileceği kabul edildi. Böylece "Boğazların bütün devletlerin ticaret gemilerine açıklığı" ilkesi ortaya çıktı. Bundan böyle, bütün devletlerin ticaret gemilerinin geçmesine izin vermek, Osmanlı Devleti için zorunlu oluyordu.
1.833te yapılan Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Rusya durumunu daha fazla güçlendirdi. Karadeniz'de ve Boğazlarda en üstün nüfuza sahip devlet durumuna geldi. Bu durum diğer devletlerin, Boğazlar statüsü ile daha yakından ilgilenmesine neden oldu.
b) Londra Boğazlar Antlaşması (1841)
Mısır meselesi 1840 yılında çözümlendikten sonra sıra Boğazlar konusuna geldi. 1833 tarihinde yapılan Hünkâr İskelesi Antlaşması, sekiz yıl süreyle geçerliydi. İngiltere ve Fransa'nın çıkarlarına ters düşen bu antlaşmanın süresi 1841'de doluyordu. Bu nedenle İngiltere Boğazların uluslararası bir antlaşmaya bağlanması amacıyla bir konferans toplanmasını teklif etti. Rusya böyle bir konferansa başlangıçta karşı çıktıysa da sonunda kabul etmek zorunda kaldı.
1841'de Londra'da toplanan konferansa İngiltere,Rusya, Avusturya, Fransa, Prusya ve Osmanlı Devleti katıldı. Konferans sonunda şu kararlar alındı:
1) Boğazlar Osmanlı Devleti'nin egemenliğinde kalacaktı.
2) Barış zamanında hiç bir yabancı savaş gemisi Boğazlardan geçemeyecekti.
• Osmanlı Devleti'nin Boğazlar üzerindeki hükümranlık hakları sınırlanarak, Boğazların koruyuculuğu beş devlete bırakıldı.
• Boğazlar ilk defa uluslararası bir statüye bağlandı.
• 1841 Londra Antlaşması, Rusya'nın Hünkâr iskelesi Antlaşmasıyla Boğazlar ve Osmanlı Devleti üzerindeki himaye hakkını sona erdirdi.
• Avrupalı devletler, Rusya'nın aşırı isteklerini ilk defa engellediler.
• Bu antlaşma, Rusya'nın zararına olmuş; İngiltere ve Fransa antlaşmadan karlı çıkmıştır.
• Boğazların ticaret gemilerine açık, fakat yabancı savaş gemilerine kapalı olması, devletlerarası bir statüye dönüştü. Bu durum Avrupa devletler hukukunun bir prensibi haline geldi.
• Osmanlı Devleti'nin Boğazlar üzerindeki mutlak egemenliği sona erdi.
A) Kırım Savaşı (1853-1856)
Osmanlı Devleti, 1839 yılında Tanzimat Ferma-nı'nı ilân etmişti. Bütün eyaletlerde uygulanmaya çalışılan ıslahat hareketleriyle yönetim, askerlik, adalet ve eğitim alanlarında ıslahatlar yapıldı. Bu dönemde Osmanlı diplomasisi Rusya ve Avusturya'ya karşı, İngiltere ve Fransa'nın desteğini sağladı. Özellikle kendisine sığınan Macar milliyetçileri koruması Osmanlı Devleti'ne Avrupa'da büyük bir prestij kazandırdı.
a) Kırım Savaşı'nın Nedenleri
• Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri:
Rusya, ıslahat hareketleriyle Osmanlı Devleti'nin güçlenmesini istemiyordu. 1848 ihtilâllerinden Avrupa'da etkilenmeyen tek devlet olan Rusya, Osmanlı Devleti'ne karşı kendini güçlü hissediyordu. Bu nedenle harekete geçmek için elverişli zamanı beklemeye başladı.
Rusya'nın başında bulunan Çar l. Nikola Osmanlı Devleti'ni "Hasta Adam" olarak görüyor ve Hünkâr İskelesi Antlaşmasıyla elde ettiği kazançları yeniden, sağlamak istiyordu, l. Nikola amacına İngiltere ile anlaşarak ulaşmayı denedi. Bu nedenle 1851 yılında Petersburg'da ingiliz elçisine Osmanlı topraklarını
paylaşmayı teklif etti. İngiltere o sırada Osmanlı Devleti'nin parçalanmasını menfaatlerine uygun görmediğinden bu teklifi reddetti. İngiltere'nin Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü koruma yanlısı olduğunu gören Rusya, plânını tek başına uygulamaya karar verdi. Savaş için bahane aramaya başladı.
• Kutsal Yerler Sorunu: Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve Filistin'de bir çok kilise ve anıt bulunmaktaydı. Katolik ve Ortodoks papazlar da bu kutsal yerlere hizmeti kendileri için bir şeref sayıyorlardı.
Fransızların Osmanlı Devleti'nden elde ettiği kapitülasyonlar sayesinde Katolikler kutsal yerlerde geniş haklar elde etmişlerdi. Rusya'nın güçlenmesiyle Ortodokslara da benzer imtiyazlar verilmişti. Fransız İhtilâli sırasında Ortodoksların Katoliklerin zararına haklar elde etmeleri, Ortodoks-Katolik rekabetini daha da artırmıştı. 1848 yılında Fransa'nın başına geçen Lui Napolyon, iktidara gelmesinde büyük yardım gördüğü Katolik partisini memnun etmek ve Fransa'ya karşı kurulmuş olan cepheyi parçalamak için kutsal yerler sorununa el attı.Rus Çarı l. Nikola, ortaya çıkan bu durumdan yararlanmak istedi. Bu amaçla da Bahriye Nazırı Prens Mencikof'u İstanbul'a gönderdi.
• Mençikof'un İstanbul'a Gelmesi ve Rus İstekleri: İstanbul'a gelen Prens Mençikof, günlük elbisesi ile Hariciye Nazırı ve Sadrazamı ziyaret etti. Protokol kurallarına uymayarak daha başlangıçta Osmanlı Devlet adamlarını baskı altına almak istedi. Mençikof, ardından açık ve gizli olarak isteklerde bulundu.
Açık İstekler:
1) Kutsal yerler sorununun Ortodoks kilisesi lehine çözümlenmesi,
2) Ortodoks kilisesinin ayrıcalıklarının belirlenmesi.
Asıl önemli olan ise gizli istekleriydi. Buna göre; Osmanlı Devleti ile Rusya arasında bir ittifak yapılacak, Osmanlı Devleti Batılı devletlerle savaşa girerse; Rusya, askeri yardım gönderecekti. Bu istekler Rusya'nın asıl niyetinin Hünkâr İskelesi Antlaşması'na benzer bir antlaşma yapmak istediğini ortaya koydu.
Babıâli, İngiltere ve Fransa'nın da onayını alarak bu ültimatomu reddetti. Prens Mençikof ise İstanbul'u terk ederek geri döndü.
b) Savaşın Başlaması ve Avrupalı Devletlerin Savaşa Katılmaları
Rus isteklerinin reddedilmesi üzerine savaş başladı. Ruslar, Eflâk ve Boğdan'ı işgal ettiler. Bütün Hıristiyan dünyasını da savaşa davet ettiler. Avusturya'nın girişimleriyle savaşı önlemek için Viyana'da bir konferans toplandı ise de sonuç alınamadı.Tuna boylarında yapılan savaşlarda üstünlüğü ele geçiren
Osmanlılar Anadolu'da da başarılar kazandılar.
Bu sırada İngiliz ve Fransız donanmaları 1841 Londra Mukavelenamesine rağmen, Çanakkale Boğazı'nı geçerek İstanbul'a girdiler. İngiltere ve Fransa böylece, Rusya'nın güneye inmesini engellemeyi ve Osmanlı Devleti'ni desteklediklerini göstermeyi amaçlamışlardı.
Bunun üzerine bir Rus filosu, Batum'a erzak ve savaş malzemesi götüren, fakat fırtına dolayısıyla Sinop'a sığınmış olan on parçalık Osmanlı filosunu yaktı (1853).
Sinop Baskını İngiltere ve Fransa'nın Rusya'nın gücünü anlamalarına neden oldu. İngiltere ve Fransa Osmanlı Devletiyle bağlaşma yaparak Rusya'ya savaş açtılar.
Silistre'de Osmanlı kuvvetleri karşısında yenilen Ruslar, Eflâk ve Boğdan'ı boşalttılar. Avusturya ise yeni bir savaşı engellemek için Osmanlı Devletiyle anlaşarak Eflâk ve Boğdan'ı işgal etti. Balkanlarda savaş durumu ortadan kalkınca müttefikler, Kırım'a asker çıkarmaya karar verdiler.
İngiltere, Fransa, Piyemonte (Sardunya) ve Osmanlı kuvvetleri Kırım'a asker çıkararak Sivastopol'ün alındığı sırada Mençikof ve Çar l. Nikola ölmüştü. Yeni Çar l. Aleksandr, barış istemek zorunda kaldı.
* Piyemonte (Sardunya) Hükümeti bu dönemde İtalyan birliğini kurmaya çalışıyordu. Kendi davasına Avrupa'nın dikkatini çekmek, Avusturya'ya karşı ileride İngiltere ve özellikle Fransa'nın desteğini sağlamak için savaşa 15.000 asker göndererek katılmıştır.
c) Paris Antlaşması (1856)
Barış konferansı Paris'te toplandı. Konferansa Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Piyemonte hükümeti ve Kırım Savaşı'na katılmayan Prusya katıldı. Osmanlı delegelerinin başında Âli Paşa bulunuyordu. Uzun görüşmeler sonunda Paris Antlaşması imzalandı (1856). Buna göre;
1) Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayıldı. Avrupa devletler hukukundan yararlanacaktı. Topraklarının bütünlüğü Avrupa devletlerinin garantisi altına alındı.
2) Karadeniz tarafsız bir deniz olacaktı. Bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı fakat ticaret gemilerine açık olacaktı. Osmanlı Devleti ve Rusya, bu denizde savaş gemisi bulundurmayacaklar ve Karadeniz kıyılarında tersane kuramayacaklardı.
3) Boğazlar, 1841'de imzalanan Londra Antlaşması'na göre yönetilecekti,
4) İki taraf savaşta almış oldukları yerleri geri vereceklerdi.
5) Eflâk ve Boğdan'a muhtarlık verilecek ve bu durum büyük devletlerin kefilliği altına alınacaktı.
6) Tuna üzerinde ticaret gemileri serbestçe dolaşacaklardı. Bu işi antlaşmayı imza eden devletlerin delegelerinden kurulacak bir komisyon yönetecekti.
7) Osmanlı Devleti'nin konferans sırasında ilân ettiği ve örneğini kongreye sunduğu Islâhat Fermanı büyük devletler tarafından dikkate alınacak, fakat bu fermana göre yapılacak ıslahata karışılmayacaktı.
d) Kırım Savaşı'nın Sonuçtan
• Rusya'nın Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri bir süre için gecikti.
• Rusya, 1774'ten 1829'a kadar Balkanlardan elde eniği kazançları kaybetti.
• Boğazların 1841 statüsüne getirilmesi İngiltere ve Fransa'nın Akdeniz'deki güvenini artırdı.
• Osmanlı Devleti bir Avrupa devleti sayıldı ve Avrupa devletler hukukundan yararlanma imkanını buldu.
• Osmanlı Devleti kendi toprak bütünlüğünü koruyamayacak kadar güçsüz olduğunu kabul etti.
• Osmanlı Devleti, savaşı kazandığı halde Karadeniz'de donanma ve tersane bulundurmamayı kabul etmekle yenik devlet muamelesi gördü.
• Islahat Fermanı'nın anlaşma metnine konması, Osmanlı Devleti'nin zararına oldu. Çünkü Avrupa devletleri bu fermana dayanarak Osmanlı Devleti'nin içişlerine karıştılar.
• Rusya'nın güneye inme politikasının önlenmesi, Doğu politikasına önem vermesine ve Asya'da genişleme politikasına yönelmesine neden oldu.
• Osmanlı Devleti ilk defa bu savaş sırasında dış borç aldı. Müttefik durumunda olan İngiltere ve Fransa'dan borç alınarak ihtiyaçlar karşılandı.
• Osmanlı Devleti, kapitülasyonların kaldırılması için ilk girişimi bu konferans sırasında yaptı. Fakat bir sonuç alınamadı.
K) 1856'dan Sonra Osmanlı Devleti
a) Panislâvizm Hareketleri
Paris Antlaşması, Rusya'nın emellerini 1870 yılına kadar engelledi. Bu tarihlerde Avrupa siyasi dengesini değiştiren gelişmeler meydana gelmişti.
• İtalya (1870), Almanya (1871) siyasi birliklerini kurarak siyasi güç olarak ortaya çıkmışlardı.
• Fransa, yenilerek Alsace-Loraine bölgesini Almanya'ya bırakmıştı.
• Avusturya bir kısım topraklarını İtalya'ya vermişti.
• Rusya, bu gelişmelerden yararlanmayı amaçlayarak Paris Antlaşması'nın Karadeniz'in tarafsızlığına ilişkin olan maddesini tanımadığını bildirdi. Böylece Akdeniz'e inmeyi başaracaktı.
•1871yılında Osmanlı İmparatorluğu,İngiltere,Rusya,Fransa,Almanya,İtalya ve Avusturya'nın katılmasıyla Londra'da bir konferans kabul edildi.
Buna göre;
1) Paris Antlaşmâsı'nın, Rusya'nın Karadeniz'de savaş gemisi bulundurmasını ve tersane yapmasını önleyen hükümleri kaldırılıyordu.
2) Boğazların kapalılığı ilkesi devam edecekti.
3) Karadeniz eskiden olduğu gibi bütün devletlerin ticaret gemilerine açık olacaktı
Rusya elde ettiği bu başarıdan sonra, tekrar Osmanlı ülkesi üzerindeki emellerinin yerine getirilmesi için çalışmaya başladı. Ancak bu kez milliyetçilik yolunu kullandı. Balkanlarda Slav ırkından olan bütün kavimleri bir amaç etrafında birleştirmek anlamına gelen Panizlâvizm idealini ortaya attı. Balkan milletleri arasında Panislâvizm idealini yaymaya başladı. Rusya'nın bu çalışmaları sırasında Osmanlı Padişahı Abdülaziz'di (1861-1876). Sadrazamlık görevinde ise Rus taraftarı olan Mahmut Nedim Paşa bulunuyordu. Ruslar bu durumdan yararlanarak Bulgar kilisesinin muhtarlığı konusunu kabul ettirdiler. Bu durum Bulgaristan'ı siyasi açıdan bağımsız duruma getirirken, isyanların da genişlemesine neden oldu.
b) Balkan Bunalımı
Ruslar Panislâvist örgütlerin yardımlarıyla Bosna, Hersek, Sırbistan ve Bulgaristan'da isyanlar hazırladılar. Avusturya ise, İtalya'ya verdiği yerlerin acısını çıkarmak için Bosna, Hersek taraflarını işgal etmek istiyordu. Bu devletlerin kışkırtmaları sonucunda ilk isyan bir vergi sorunundan dolayı Hersek'de başladı. (1875). Hersek isyanıyla ortaya çıkan bu gelişmeler "Balkan Bunalımı"na zemin hazırladı. Hersek'ten sonra Sırbistan ve Bulgaristan'da isyanlar çıktı.
Osmanlı Devleti'nin Balkan bunalımıyla içine düştüğü siyasi gelişmeler, maliyenin giderek kötüleşmesi Padişah Abdülaziz'e karşı gittikçe büyüyen bir tepkiye neden oldu. Mithat Paşa ve arkadaşlarının çalışmaları sonunda Abdülaziz tahttan indirilerek yerine V. Murat padişah yapıldı. Ancak V. Murat'ın akıl hastası olduğu anlaşılınca üç ay sonra yerine meşrutiyeti ilân edeceğine söz veren II. Abdülharnit padişah yapıldı (1876).
İsyanların gelişmesi üzerine Avusturya, Rusya ve Almanya Berlin'de bir konferans topladılar. Bu konferans Osmanlı Devleti aleyhine kararlar aldı. Osmanlı Devlet adamları ülkede meşrutiyet ilân edilirse, bu isyanların önünün alınacağını düşünüyorlardı. Bu nedenle Kanun-u Esasi hazırlıklarına başladılar. Fakat Karadağlılar ve Sırpların yeniden harekete geçmeleri Osmanlı Devleti'nin asker kullanmasıyla sonuçlandı, isyanın bastırılması üzerine Rusya araya girerek ateşkes yapılmasını istedi.
c) İstanbul Konferansı (1876)
Avrupa devletleri, Balkan sorunlarına çözüm bulmak amacıyla İstanbul'da konferans toplamayı kararlaştırdılar. İstanbul Konferansı'na Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya ve İtalya devletleri katıldı. Osmanlı Devleti konferansın açıldığı gün (23 Aralık 1876) Kanun-u Esasi'yi ilân ederek Meşrutiyet devrine geçti. Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşa top seslerinin duyulması üzerine, temsilcilere, Osmanlı Devleti'nin meşrutiyet devrine geçtiğini ve bundan dolayı konferansın toplanmasına gerek kalmadığını açıkladı.
* Böylece, Osmanlı Devleti, iç ve dış nedenlerin sonucunda mutlak monarşiden, meşrutiyet rejimine geçmiş oldu.
* Osmanlı Devleti, bu hareketiyle yabancı devletleri etkileyerek konferansın toplanma nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlamıştı.
Konferansa katılan devletler Meşrutiyetin ilânım konferansı etkilemeye yönelik bir taktik olarak görerek toplantıya devam ettiler. Yabancı delegeler önce kendi aralarında toplanarak kararları belirlediler. Sonra yapılan genel toplantı ile kararları açıkladılar.
İstanbul Konferansı
1) Sırbistan ve Karadağ'dan Osmanlı askerlerinin çekilmesine,
2) Bulgaristan'da Doğu ve Batı Bulgaristan adıyla iki ayrı eyalet kurulmasına,
3) Bosna-Hersek'le birlikte, bu iki eyalete de muhtarlık verilmesine karar verdi.
Osmanlı Devleti'nin bu kararları kabul etmemesi üzerine konferans dağıldı. İstanbul Konferansı'ndan bir sonuç alınamaması üzerine Büyük Devletler İngiltere'nin girişimleriyle Londra'da bir konferans topladılar. Londra Konferansı'nda, İstanbul Konferansı'nda alınan kararlar yumuşatılarak Osmanlı Devletine bildirildi. Osmanlı Devleti, bu kararları da kabul etmedi.
d) 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı
Osmanlı Devleti'nin konferans kararlarını kabul etmemesi üzerine Rusya, Osmanlı Devleti'ne savaş açtı. Kafkasya ve Romanya'dan saldırıya geçen Ruslar iki koldan ilerlemeye başladılar. Balkanlarda isyanlar yeniden başladı. A. Muhtar Paşa'nın bütün gayretlerine rağmen Ruslar, Erzurum'a kadar geldiler. Balkanlarda Gazi Osman Paşa komutasındaki Plevne savunması altıncı ayın sonunda bozuldu. Rusların Edirne'ye kadar gelmeleri üzerine Padişah II. Abdülhamit ateşkes istedi. Bu gelişme karşısında İngiltere harekete geçti, İngiliz donanmasının Mudanya'ya gelmesi üzerine Ruslârda Yeşilköy'e kadar geldiler.
e) Ayastefanos Antlaşması (1878)
Ruslarla barış görüşmeleri Yeşilköy'de yapıldı. Sonunda; Ayastefanos Antlaşması yapıldı (3 Mart 1878)
1) Büyük bir Bulgaristan krallığı kurulacak, Makedonya, Doğu Rumeli ve asıl Bulgaristan bu krallığa bağlanacaktı.
2) Bosna - Hersek'e muhtarlık verilecekti.
3) Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Bayezıt Rusya'ya bırakılacaktı.
4) Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olacaktı.
5) Girit'te Ermenilerin bulunduğu yerlerde, Teselya ve Arnavutluk'ta Osmanlı Devleti ıslahatlar yapacaktı.
6) Osmanlı Devleti, Rusya'ya 30 milyon lira savaş tazminatı ödeyecekti.
Önemi
• Bu antlaşma ile Rusya, Panislâvizm politikasında başarılı olarak Osmanlı Devleti'ni istediği gibi parçalamıştır.
• Osmanlı Devleti; Romanya, Sırbistan ve Karadağ topraklarını kaybetti.
• Özerk Bulgar krallığının kurulması ve bu devletin Ege Denizi'ne kadar büyümesiyle Rumeli toprakları ikiye ayrıldı.
• Doğu Anadolu'da önemli topraklar Rusya'ya bırakıldı.
• Ermeni sorunu ilk defa bu savaş sırasında ortaya çıktı. Ayastefanos Antlaşması ile Rusya Ermeniler üzerinde söz sahibi oldu.
• Rusya, Bulgaristan vasıtasıyla Ege Denizi'ne çıkarak sıcak denizlere inme politikasını büyük ölçüde gerçekleştirdi.
• Rusya, Doğu Anadolu'da elde ettiği yerlerle Dicle- Fırat ve Basra Körfezi'ne yaklaştı.
• 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın politikaya etkisi Meclisin kapatılması oldu. '
• Rusya'nın güçlenmesinden rahatsız olan büyük devletlerin etkisiyle Ayastefanos Antlaşması yürürlüğe girmedi. Yerine Berlin Antlaşması yapıldı.
L) Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878)
Rusya, Ayastefanos Antlaşması ile amacına ulaşmış ve Osmanlı ülkesini parçalamayı başarmıştı.Osmanlı-Rus Savaşı'nın başından beri tarafsız görünen Avrupalı devletler ortaya çıkan durumdan memnun olmadılar. Antlaşmaya ilk tepki, Avusturya ile İngiltere'den geldi. Balkan topraklarını elde etmeye çalışan Avusturya, Rusya'nın elde ettiği çıkarları kabullenemedi. Rusya'nın, özellikle Ege Denizine ve Dicle-Fırat yolu ile Basra'ya uzanması İngiltere'yi rahatsız etti. Doğu ticareti ve sömürgeleri için büyük bir tehlike meydana getiren bu durum İngiltere'yi harekete geçirdi.
İngiltere ve Avusturya, Almanya'yı da kendi taraflarına çekerek, Ayastefanos Antlaşması'na itiraz ettiler. Rusya yıpranmış ordularıyla Avrupa devletlerine karşı yeni bir savaşı göze alamadığından, konunun yeniden görüşülmesini kabul etmek zorunda kaldı. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu'nun geleceğinin devletlerarası görüşmelerde belirlenmesi demekti.
Ayastefanos Antlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesi amacıyla Berlin Kongresi toplandı.Kongre başkanı Almanya Başbakanı Bismark'tı. Kongreye 1856 Paris Antlaşması'nı imzalayan devletler yani Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya ve İtalya katıldılar. Bir ay süren kongre sonunda Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) yapıldı.
1) Ayastefanos Antlaşması ile kurulan Büyük Bulgaristan üç kısma ayrıldı:
a) Makedonya kısmı Islahat yapmak şartıyla Osmanlı Devleti'ne bırakıldı.
b) Doğu Rumeli eyaletine Hristiyan vali tayin edilerek muhtarlık verildi.
c) Asıl Bulgaristan, Osmanlı Devleti'ne vergi veren bir prenslik haline getirildi.
2) Bosna-Hersek, Osmanlı Devleti'ne verilecek, fakat şimdilik Avusturya tarafından yönetilecekti.
3) Romanya, Sırbistan ve Karadağ tam bağımsız hale gelecekti. Ayrıca Dobruca Romanya'ya; Niş Sırbistan'a; Adriyatik kıyılarından bazı yerler Karadağ'a verildi.
4) Kars, Ardahan, Batum Rusya'ya verilecekti.Doğu Beyazıt Osmanlılarda kaldı.
5) Osmanlı ülkesinde Ermenilerin oturdukları yerlerde ıslahatlar yapılmasına karar verildi.
6) Teselya, Yunanistan'a bırakıldı.
7) Osmanlı Devleti, Girit adasında ıslahat yapacak.
8) Tuna nehrinde ulaşım serbest olacak ve devletlerarası bir komisyon tarafından yönetilecekti. Fakat nehir savaş gemilerine kapalı olacaktı.
9) Boğazlar konusunda 1856 Paris ve 1871 Londra Antlaşmalarıyla belirlenen hükümler yürürlükte kalacaktı.
10) Osmanlı Devleti, Rusya'ya 60 milyon lira savaş tazminatı ödeyecekti.
Yorum:
• Ayastefanos Antlaşması'nın yerine Berlin Antlaşması'nın yapılmasıyla 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı kesin olarak sona erdi.
• Osmanlı Devleti'nin Berlin Antlaşmasından tek kârı Doğu Beyazıt'ın geri alınması oldu. Buna karşılık, Kıbrıs üs olarak İngilizlere verildi.
• Savaş sırasında ortaya çıkan Ermeni sorunu, Berlin Antlaşmasıyla devletlerarası politika konusu haline geldi.
• Rusya'nın Balkan hakimiyeti önlendi.
• Büyük Bulgaristan'ın parçalanmasıyla Rusya'nın Balkanlar üzerinden Akdeniz'e inmesi önlendi.
• Yunanistan'ın sınırları genişledi.
• Osmanlı Devleti, büyük toprak kaybına uğradı (287.000km2).
• Bosna-Hersek ve Kıbrıs üzerindeki Osmanlı egemenliği sadece görünüşte kaldı.
• Rusya ile Osmanlı Devleti arasında l. Dünya Savaşı'na kadar devam edecek bir barış devri açıldı. Bu süre içinde Osmanlı-Rus Savaşı meydana gelmedi.
M) Osmanlı İmparatorluğu'nun Dağılması (1878-1908)
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki mağlubiyetten sonra Padişah II. Abdülhamit, Meclis-i Mebusan’ı kapattı. Bundan sonra Osmanlı Devleti'nin gücünü tamamen kaybetmiş olması, barışçı bir politikanın izlenmesinde etkili oldu. Ancak, toprak kayıpları hızlı bir şekilde devam etti.
1) Kıbrıs'ın İngilizlere Üs Olarak Verilmesi (1878):
İngiltere; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda yapılan Ayastefanos Antlaşması'nı geçersiz hale getirmek için kongre toplanmaya karar verdi. Ancak böyle bir kongrenin toplanması için şart olarak Kıbrıs'ın üs olarak verilmesini istedi. Kıbrıs'a sahip olmakla gerçekte Rusların Akdeniz'e inmesini önlemeyi amaçlıyordu. Görünüşte ise Rus saldırıları karşısında Osmanlı Devleti'ne yardım yapabilmek için Kıbrıs adasını istemişti. Bu konuda yapılan anlaşmaya göre, Kıbrıs hukuken Osmanlı Devleti'ne bağlı bulunacak, kurumlar da aynen devam edecekti (1878).
• İngiltere, Kıbrıs'ı elde etmekle, Doğu Akdeniz'i ve Süveyş Kanalı'nı kolayca kontrol etme imkanına kavuştu.
• Kıbrıs, İngiltere'ye geçici olarak verildiği halde; Osmanlı Devleti'nin l. Dünya Savaşı'na girmesi üzerine İngiltere adayı topraklarına kattığını açıkladı.
2) Tunus'un Fransızlar Tarafından İşgali (1881):
Fransızlar, 1830 yılından Cezayir'i işgal etmişlerdi. Berlin Kongresi'nden sonra da Cezayir'in güvenliği açısından Tunus'un işgalini uygun gördüler. İtalyanların da bu konuda emellerinin olduğunu öğrenen Fransızlar harekete geçtiler. Bazı sınır olaylarını bahane ederek 1881'de Tunus'a girdiler. Osmanlı Devleti bu olayı protesto etmesine karşılık yeterli gücü olmadığından sonuç alamadı. Böylece Tunus, Fransız himayesi altına girdi.
3) Mısır'ın İngilizler Tarafından İşgali (1882):
Tunus'un Fransızlar tarafından işgali İngilizleri harekete geçirdi. Mısır, Mehmet Ali Paşa ve oğullarının idaresinde çok gelişmişti. 1869'da Süveyş Kanalının Fransızlar tarafından açılmasıyla Mısır'ın siyasi ve ekonomik önemi giderek arttı. Süveyş Kanalının açılmasıyla Akdeniz limanları yeniden önem kazandı. İngilizler de Hindistan yolu üzerinden bulunan Mısır'ı ele geçirme plânları yapmaya başladılar.
Mısır'ın başında Mehmet Ali Paşa soyundan gelen ve "Hidiv" denilen bir vali bulunuyordu. Bunlardan Hidiv İsmail Paşa Fransa ve İngiltere'den çok borç almış ve 1879 yılında iflas etmişti. İngiltere ve Fransa bunun üzerine Mısır işlerine karışmaya başladılar, Mısır maliyesinin koruma hakkını elde ettiler.
Yabancıların müdahelesine karşı çıkan Mısırlılar ayaklanarak yönetimi ellerine geçirdiler. Karışıklıkları bahane eden İngilizler, 1882'de Mısır'ı işgal ettiler. Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında yapılan antlaşmaya göre; Mısır hukuken Osmanlı Devleti'ne ait olacak ve vergi ödeyecekti. Osmanlı Devleti ile İngiltere, Mısır'da birer Yüksek Komiser bulunduracaklardı. Bu anlaşmaya rağmen Mısır gibi zengin bir eyalet kaybedilmiş oldu.
4) Girit Sorunu ve 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı:
Yunanistan Edirne Antlaşması'yla bağımsız olduğu halde, Girit adası Osmanlı Devleti'ne bağlıydı..Yunanistan'a bağlanmak isteyen Girit Rumları adasının Mehmet Ali Paşa'dan tekrar Osmanlılara geçmesinden sonra ayaklandılar (1841). Bu isyanın bastırılmasından sonra 1866'da daha büyük bir isyan çıktı. Girit'te geçici hükümet kuran asiler âdânın Yunanistan'a bağlanmasını istediler. Osmanlı Devleti isyanı bastırınca Avrupalılar duruma müdahele ettiler. Bunun üzerine Halepa Fermanı ilân edilerek Giritlilere imtiyazlar verildi (1866). Girit isyanının devam etmesi üzerine adaya yardım gönderen Yunanistan’la Osmanlı Devleti arasında savaş ihtimali ortaya çıktı.
Bunun üzerine Avrupalı devletler 1879'da Paris'te bir konferans topladılar. Bu konferansta Halepa Fermanının uygulanması kabul edildi. 1887'de Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a bağlandığı sırada, adada yine isyan çıktı. Giritliler,Halepa Fermanına razı oldular.
Böylece:
1) Girit'in bazı sancaklarına Hıristiyan, bazılarına da Müslüman vali atandı.
2) Yerli Meclisler kuruldu.
1896 yılında Girit'te yeniden isyan çıktı, Yunanlıların adaya asker çıkarmaları üzerine Osmanlı-Yunan Savaşı başladı (1897). Gazi Ethem Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Teselya'yı alarak Dömeke'de Yunanlıları mağlup etti. Atina yolunun açılması üzerine, büyük devletler araya girdiler. 1897 yılında İstanbul'da bir antlaşma yapıldı:
1) Yunanistan, Girit'teki askerlerini geri çekecek ve Osmanlı Devleti'ne savaş tazminatı ödeyecekti.
2) Girit'e muhtariyet verilecek ve Yunanistan krallık soyundan bir prens vali olacaktı.
Böylece:
• Bu antlaşmayla Girit elimizden çıktı.
• İkinci Meşrutiyetin ilân edildiği sırada, Yunanlılar Girit'i işgal ederek adayı Yunanistan'a bağladılar.
• Balkan savaşlarının sonunda yapılan Atina Antlaşması ile Girit'in Yunanistan'a ait olduğu kabul edildi (1913).
5) Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a bağlanması (1887):
1878 Berlin Antlaşması'yla, Doğu Rumeli ıslahat yapmak şartı ile Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştı. Aynı
zamanda Osmanlı Devleti'ne bağlı Bulgar Prensliği kurulmuştu. 1885 yılında Doğu Rumeli Bulgarları isyan ederek Bulgar Prensliğine bağlanmak istediklerini ilân ettiler. Ruslar Bulgarları kendilerine bağlamak istediklerinden bu durumu tepkiyle karşıladılar, iç karışıklıklar sonunda Alman Prensi Ferdinand, Bulgar Prensliğine seçildi. Osmanlı Devleti; durumu kabul ettiği gibi, Ferdinand'ı Doğu Rumeli 'valiliğine tayin ederek, bu eyaletin Bulgaristan'a bağlandığını kabul ettî (1887).
6) Bosna-Hersek'in Avusturya'ya Bağlanması (1908):
1878 Berlin Antlaşmasıyla Bosna-Hersek, geçici olarak Avusturya'ya bırakılmıştı. Osmanlı Devleti'nin II. Meşrutiyeti ilân ettiği sırada Avusturya bundan faydalanarak Bosna-Hersek'i topraklarına kattığını açıkladı. Osmanlı Devleti, Yenipazar sancağı hariç Bosna-Hersek'in Avusturya'ya ait olduğu kabul etti.
7) Bulgaristan Krallığının Kurulması (1908):
İkinci Meşrutiyetin ilânı sırasında, Bulgaristan krallığı bağımsızlığını ilân ederek, Doğu Rumeli'yi de kendisine bağladığını açıkladı. Osmanlı Devleti, Rusya'nın araya girmesi üzerine Bulgaristan krallığını resmen tanıdı. Böylece Doğu Rumeli ve Bulgaristan elimizden çıktı.
II. Mahmut, Osmanlı İmparatorluğu'nun en bunalımlı dönemlerinden birinde padişahlık yaptı. Buna rağmen hükümdarlığı süresince Osmanlı tarihinde ilk defa çok yönlü ıslahatlara girişti. İdari, askeri ve kültürel alanda yaptığı ıslahatlarla Osmanlı Devleti'nin çöküşünü durdurmak ve devlete Avrupalı bir karakter vermeye çalıştı. Özellikle Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmakla ıslahatların önündeki büyük bir engelden kurtulmuş oldu.
A) II. MAHMUT DÖNEMİ ISLAHATLARI
a) İdari Alandaki Islahatlar
a) Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan beri devlet ve merkez yönetiminin temeli olan "Divan-ı Hümayun" kaldırıldı.
b) Divan örgütünün yerine bugünkü anlamda "bakanlıklar" kuruldu.
c) Devlet memurları Dahiliye ve Hariciye olarak ikiye ayrıldı.
d) Memurlar için Rütbe ve Nişan sistemi kabul edildi.
e) Müsadere yöntemi kaldırılarak mülkiyet hakkı tanındı.
f) Sened-i İttifak ile ayanların varlığı kabul edildi.
g) II. Mahmut devletçe din ve mezhep ayrımı yapılmayacağını Tebaamdan Müslümanları ancak camide, Hıristiyanları kilisede, Musevileri de havrada tanımak isterim" diyerek ifade etmiştir.
h) İller, merkeze bağlandı.
ı) Ayanlık kaldırılarak, ayanlarla mücadele edildi.
k) Askeri amaçlı olarak ilk defa Anadolu ve Rumeli'de nüfus sayımı yapıldı.
I) Askeri işleri düzenlemek için "Dar-ı Şurayı Askeri", adalet işlerini düzenlemek için "Meclis-i Valâyı Ahkâm-ı Adliye", devlet memurlarını (bürokrasi) düzenlemek için "Dar-ı Şurâyı Babıâli" gibi meclisler kuruldu.
m) Tımar ve zeamet kaldırılarak, devlet memurları maaşa bağlandı.
n) Köy ve mahallelere "muhtarlar" tayin edildi.
b) Askeri Alandaki Islahatlar
a) III. Selim döneminde kurulan III. Selim'in tahttan indirilmesiyle dağıtılan Nizam-ı Cedit ordusu yerine aynı özellikte "Sekban-ı Cedit" adıyla yeni bir ordu kuruldu. Fakat yeniçeriler bu ordudan da kuşkulandılar. Alemdar Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı döneminde kurulan bu ordu, Alemdar'ın ölümüyle sonuçlanan olayla ortadan kaldırıldı.
b) II. Mahmut, Sekban-ı Cedit'in yerine her yeniçeri ortasından 150 kişi alarak "Eşkinci Ocağı"nı kurdu. Ocağa kaydedilen yeniçerilerin "Biz talim istemeyiz" diyerek ayaklanmaları üzerine bu ocak kaldırıldı.
Bu olaya "Vakay-ı Hayriye" denildi.
Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasıyla:
• Padişahlar, devlet üzerindeki otoritelerini yeniden kurdular.
• Yeniliklere engel olan önemli bir kurum ortadan kaldırıldı.
• Yeniçeri teşkilatının kaldırmamasından sonra Bektaşilik tarikatı yasaklandı.
d) Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra yerine "Asâkir-i Mansure-i Muhammediye" adıyla yeni bir ordu kuruldu. Günümüz ordularının temelini oluşturan bu ordu, Avrupa usulünde düzenlendi. Tümen, tabur ve bölüklere ayrıldı.
C) Kültürel Alandaki Islahatlar
a) Medreselerin yanı sıra, yeni tarz eğitim kurumları açıldı. Yüksek öğretime öğrenci yetiştirmek için "Rüşdiye (ortaokul)", "Mekteb-i Ulüm-u Edebiye" gibi orta dereceli okullar açıldı. Devlet memurları için "Mekteb-i Maarif-i Adliye", askeriye için "Mekteb-i Harbiye" açıldı. Yine bu dönemde "Mekteb-i Tıbbiye", "Mızıka-yı Hümayun" gibi yüksek okullar açıldı.
* Medreselerin yanında bu okulların açılması, toplumda kültür çatışmasına neden oldu.
b) İlk defa Avrupa'ya öğrenci gönderildi.
c) Takvim-i Vekayi" adıyla ilk defa gazete çıkanldı.
d) II. Mahmut bir fermanla ilköğretimin mecbur olduğunu ilân etti.
e) Memurlara fes ve pantolon giyme şartı getirildi.
f) Posta, polis ve karantina teşkilatları kuruldu.
g) Avrupai tarz müzik serbest bırakıldı.
h) II. Mahmut, Avrupa hükümdarları gibi seyahate çıkarak denetimde bulundu.
ı) Yurtdışına çıkışta pasaport uygulaması başladı.
D) Ekonomi Alanındaki Islahatlar
a) Ekonomik kalkınma açısından önem taşıyan yol yapımına önem verildi.
b) Yerli malların kullanılması teşvik edildi.
c) Bir çuha fabrikası kuruldu.
d) Osmanlı tüccarının Avrupa mallarıyla rekabet edebilmesini sağlamak için gümrük kolaylıkları getirildi.
* Ekonomi alanındaki ıslahatlara en büyük darbe, 1838 yılında yapılan Balta Limanı Ticaret Antlaşması oldu. Bu antlaşma ile Osmanlı ülkesinde Tekel sistemi ve iç gümrük yöntemi kaldırıldı. Diğer devletlere de bu imtiyazlardan yararlanma hakkı tanındı. İngilizlere verilen bu imtiyazlardan daha sonra diğer devletlerin de yararlanması Osmanlı ekonomisinin çöküşünü hızlandırdı.
B) Tanzimat Dönemi
a) Tanzimat Fermanı (3 Kasım 1839)
II. Mahmut'un 1839'da vefatı üzerine yerine oğlu Abdülmecit geçti. Bu sırada Osmanlı Devleti'nin durumu hiç iç açıcı değildi. Osmanlı ordusu Nizip'te Mehmet Ali Paşa'ya yenilmiş, donanma Mısır'a götürülmüştü. Mısır sorunu bir Avrupa sorunu haline gelmişti. Bu durumda devlet ya Mehmet Ali Paşa'nm eline geçecek, ya da Rusya Hünkâr İskelesi Antlaşması'na göre Osmanlı Devleti'ni himaye altına alacaktı.
Abdülmecit, Mustafa Reşit Paşa'yı II. Mahmut zamanında kararlaştırılan Tanzimat Fermanı'nı hazırlamakla görevlendirdi. Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839 tarihinde Gülhane bahçesinde okundu. Bu yüzden "Tanzimat-ı Hayriye Fermanı'na, "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" da denilmiştir.
Tanzimat Fermanı'nm başlıca esasları şunlardı:
1. Müslüman ve Hıristiyan bütün halkın ırz, namus, can ve malı devlet garantisi altında bulunacak.
2. Vergiler herkesin gelirine göre, düzenli bir şekilde alınacak.
3. Askerlik işleri düzene konulacak.
4. Mahkemeler açık olacak. Hiç kimse mahkeme edilmeden cezalandırılmayacak.
5. Herkes malına sahip olup, miras bırakılabilecektir.
6. Her türlü rüşvet ve iltimas kalkacaktı.
7. Herkes kanun önünde eşit olacak.
Yorum:
• Padişah; bu fermanı ilân ederek bizzat kendisi kendi yetkilerini sınırlandırmıştır.
•Fermanın getirdiği en büyük yenilik, her gücün üstünde kanun kuvvetinin bulunduğu düşüncesinin
ortaya çıkmasıdır. .
• Tanzimat Fermanı; Osmanlı Devleti'nde anayasacılığın başlangıcıdır.
• Vatandaşın mülkiyet hakkı, devlet garantisi altına alınmıştır.
• Tanzimat Fermanı'nı ilânı ile Osmanlı ülkesinde Avrupai tarz hukuk kuralları geçerli olmaya başlamıştır.
• Askerlik vatan hizmetine dönüşmüştür.
• Batılılaşma, hareketleri bundan sonra daha da yoğunlaştı.
• Tanzimat döneminde Batıyı daha iyi anlayan aydınlar yetişti.
Sonuçlar:
Tanzimat Fermanı'nın halk tarafından anlaşılması için Anadolu ve Rumeli'ye memurlar gönderildi.
Hukuk alanında ıslahatlar ile yeni ticaret, ceza kanunları ve mahkemeler meydana .getirildi. Fakat bu haklardan Türkler ve Müslüman'lardan daha çok Avrupalılar ve gayrimüslimler yararlandılar.
Kılık, kıyafet, yaşayış ve sosyal alanda "Batılılaşma" denilen yenilikler yapıldı.
Tanzimat Fermanı, anayasanın Osmanlı ülkesinde başlangıcı oldu. Osmanlı Devleti bu fermanı ilân ederken Avrupalı devletlerin desteğini sağlamayı amaçlamıştı. Tanzimat'ın hemen sonrasında Mısır meselesi, onların yardımı ile halledildi. Rusya ve Hünkâr İskelesi meselesi ve boğazların durumu çözümlendi.
Ordu ve eğitim alanında batı örneklerine göre çalışmalar yapıldı.
* Tanzimat Fermanı, halk iradesiyle değil, padişahın tek taraflı iradesiyle ortaya çıkmıştı. Bu nedenle halk tarafından tam olarak anlaşılamadı. Ancak bu dönemde ilk Osmanlı aydın kadrosu yetişti.
b) Islahat Fermanı (1856)
Tanzimat Fermanı'nı tamamlayıcı karakterde bir fermandır. Tanzimat Fermanı'yla vaat edilen yenilikler bir kez daha belirtilmiştir. Islahat Fermanı’nın Tanzimat Fermanı'ndan en büyük farkı, Hıristiyan ve Musevilere (Azınlıklara) Müslümanlardan ayrı olarak hak ve imtiyazlar verilmesidir. Buna göre:
1. Din ve Mezhep özgürlüğü tanınacak. Okul, kilise vb. tamiri ve yeniden inşası yapılabilecektir.
2. Hıristiyan ve Musevilere küçük düşürücü sözler ve deyimler kullanılmayacaktır.
3. Hıristiyanlar da Müslümanlar gibi devlet memurluklarına atanabilecekler ve devlet memuru olabileceklerdir.
4. Vergiler herkesten gelirine göre alınacaktır.
5. Mahkemeler açık olarak yapılacak, herkes kendi dinine göre yemin edecek. Hapishaneler ıslah edilecek ve kanunlarda azınlıkların dillerine yer verilecek.
6. Azınlıklar il meclislerine üye olabilecekler.
7. Tarım ve ticaret yeniden düzenlenecek. Herkes şirket ve banka gibi ticari kurumlar açabilecek.
8. Askerlik için nakdi bedel kabul edilecekti. Hıristiyanların askerlik işleri yeniden düzenlenecekti.
9. Yabancı uyruklu olan kimseler, vergilerini vermek şartıyla, mal ve mülk sahibi olabilecekler.
Yorum:
• Islahat Fermanı'nın görünürdeki amacı bütün toplulukları din, dil, ırk farkı gözetmeksizin kaynaştırmak bir Osmanlı toplumu meydana getirmektir.
• Islahat Fermanı gayr-ı müslimlerin haklarını ve imtiyazlarını genişletmekten başka bir şey yapmamış, Müslümanlara yeni bir şey getirmemiştir.
• Islahat Fermanı'nın ilân edilmesinde Kırım Savaşı sonrasında Paris Konferansı'nda büyük devletlerin içişlerimize karışmasını önlemek istenmesi ve Avrupalı devletlerin baskısı etkili olmuştur.
c) Birinci Meşrutiyet (1876)
Tanzimat Devrinde Avrupa ile yakın ilişkiler kurulmuştu. Avrupa ülkelerini gören, onların dillerini konuşan ve Osmanlı Devleti hakkındaki görüşlerini öğrenen bir çok kişi yetişti. "Genç Osmanlılar^ adını alan bu kişiler Tanzimat hareketlerinin ülkeyi kurtaracağına inanmıyorlardı. Başlarında da Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa ve Hüseyin Avni Paşa gibi kişiler vardı.
Genç Osmanlılar, devrin padişahı Abdülaziz'i tahttan indirmeye karar verdiler. Balkan bunalımının ortaya çıktığı bir sırada Abdülaziz tahttan indirilerek V. Murat padişahlığa getirildi (1876). V. Murat'ın rahatsızlığının devam etmesi üzerine Meşrutiyet yönetimine kabul edeceğini açıklayan II. Abdülhamit padişah yapıldı (1876).
II. Abdülhamit padişah olunca, Mithat Paşa'yı kendisine sadrazam yaptı. Mithat Paşa'nın başkanlığında toplanan bir encümen Kanun-u Esasi'yi hazırladı. İstanbul Konferansı'nın Balkan bunalımını görüşmek içîn toplandığı gün, Meşrutiyet ilân edildi (23 Aralık 1876).
Kanun-u Esasi'nin Özellikleri
• 119 maddeden oluşan 1876 Kanun-u Esasi'si Belçika Anayasasından etkilenmiştir.
• Anayasada kişi özgürlüğü, din özgürlüğü, basın özgürlüğü, her türlü ortaklık kurma hakkı, öğretim ve öğrenim özgürlüğü, mülkiyet hakkı, konut dokunulmazlığı, dilekçe hakkı, Osmanlıların yasal eşitliği, vergi eşitliği gibi temel haklar düzenlenmiştir.
• Yürütme gücü başında padişahın bulunduğu nazırlardan meydana gelen Heyet-i Vekile'ye (Bakanlar Kurulu) aittir.
• Yasama görevi; Ayan Meclisi ile Mebusan Meclisi'ne verilmiştir.
• Ayan Meclisi'nin üyeleri padişah tarafından ölünceye kadar tayin edilebilecekti. Mebusan Meclisi'nin üyeleri elli bin Osmanlı'nın seçeceği milletvekillerinden meydana gelecekti. Milletvekilleri dört yılda bir seçilecekti.
• Kanun teklifini sadece hükümet yapabilecekti. Meclis açmak ve kapamak yetkisi padişaha aitti.
• Hükümet, meclise değil Padişaha karşı sorumludur.
• Padişah, devlet emniyetini bozduğu gerekçesi ile ve bir polis araştırması sonucu istediğini sürgüne gönderebilir.
Yorum:
• 1876 yılında ilan edilen Kanun-u Esasi, Türk tarihinin ilk anayasasıdır.
• Tarihimizde ilk defa 20 Mart 1877'de açılan Meclis, 28 Haziran 1877'ye kadar devam etti. 1878 yılı Ocak ayında açılan ikinci Meclis, 14 Şubat 1878'de tatil edilmiştir.
• l. Meşrutiyetle Osmanlı tarihinde ilk defa halk, padişahın yanında yönetime ortak oldu.
• Halk ilk defa seçme-seçilme ve temsil hakkını kullandı.
• Devlet idaresinin otoriter bir şekilde yapılması gerektiğine inanan II. Abdülhamit, Osmanlı-Rus savaşını ileri sürerek 14 Şubat 1878 tarihinde Meclisi süresiz tatil etti. Osmanlı ülkesi bundan sonra, 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanına kadar, II. Abdülhamit'in otoriter idaresi altında yaşadı.
d) II. Meşrutiyet (1908)
II. Abdülhamit'in ülke yönetimine tek başına egemen olması üzerine İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu (1889). Yurt içinde ve dışında genişleyen cemiyet, Jön Türklerin Paris grubunu da içine aldı.
İttihat ve Terakki'nin amacı 1876 Kanun-u Esasi'nin (Anayasasının) yürürlüğe koyulmasını, Osmanlı Meclis-i Mebusan'ın açılmasını sağlamaktı. Cemiyet, 1908'de Rumeli'de büyük bir silahlı ayaklanma hareketine girişti. Ayaklanma bastırılamadığı gibi 23 Temmuz 1908'de, Manastır, Selanik ve Rumeli'de hürriyet ilân edilmiş, bunun sonucu olarak II. Abdülhamit, Kanun-u Esasi'yi yürürlüğe koymuştur.
1908 yılından itibaren böylece II. Meşrutiyet dönemi başlamıştır. Ancak yeni kurulan rejim içte ve dışta bir takım olaylarla karşılaştı. Bulgaristan bağımsızlığını ilân ederken Avusturya, Bosna-Hersek'i ülkesine kattığını, Girifte Yunanistan'a katıldığını açıkladı.
Balkanlardaki bu bunalımlar sırasında ortaya çıkan hürriyet ortamına karşı 31 Mart (13 Nisan 1909) olayı meydana geldi. 31 Mart olayı üzerine, Selanik ve Edirne'deki birlikler "Hareket Ordusu" adıyla İstanbul'a yürüdü. Hareket Ordusu, isyanı bastırdı ve ardından II. Abdülhamit tahttan indirilerek, yerine V. Mehmet Reşat getirildi.
1909'dan itibaren İttihat ve Terakki yönetime egemen oldu. Türkçülük politikası izleyen İttihatçılar, XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti'ne yakınlaşan Almanya ile dostça ilişkiler kurdular.
III. XIX. YÜZYIL KÜLTÜR VE MEDENİYETİ
A) Devlet Yönetimi
XIX. yüzyıl, Osmanlı Devleti'nin "Dağılma Devri" olmuştur. Bir başka açıdan ise "ıslahatlar yüzyılı" denilebilir. II. Mahmut (1808-1839) devrinde devlet merkez teşkilatı büyük oranda yeniden düzenlenmişti. Asırlardır devletin en önemli yönetim kurumu olan, "Divan" kaldırılmış yerine "Meclis-i Has" adıyla "Bakanlar Kurulu" kurulmuştu. Yetkiler "Nazır" denilen bakanlara dağıtılmıştı.
Özellikle güçlü sadrazamlar devrinde sarayın etkisi çok azalmış, Babıâli gerçek ve güçlü bir hükümet olarak çalışmıştı. II. Abdülhamit, iktidarının ilk iki senesi ile son bir senesi hariç, yönetimin bütün gücünü saray ve padişahta toplamıştı.
Buna rağmen, bütün XIX. yüzyıl boyunca, "Saray-Babıâli-Şeyhülislam" üçlüsü her zaman Osmanlı yönetiminin merkezini oluşturmuşlardır. 1826 yılında yeniçerilerin kaldırılması ile, uzun zaman askeri sınıfların yönetimdeki etkisi azalmışsa da 1876 yılında Sultan Abdülaziz'in düşürülmesinde yeniden güç kazanmıştır.
Bu devrin, bir diğer özelliği de, taşra teşkilatında, mahalli güçlerin ortadan kaldırılması ve bütün vilayetlerin sıkı bir şekilde merkeze bağlanmasıdır. Tımar düzeni kaldırılmış ve yöneticiler maaşa bağlandıkları için "ayan, eşraf, mütegallibe vs." gibi, devlet otoritesi dışındaki mahalli otoriteler kalkmıştır. Mısır gibi uzak eyaletlerde ise, yüzyılın ilk yarısında kurulamayan otorite, sonradan yavaş yavaş kurulmuştu. Ancak bu uzak eyaletleri bu defa da yabancı devletler denetim altına almaya başlamışlardır.
Devlet XIX. yüzyılda halkın durumu ile daha çok ve daha yakından ilgilenmiştir. Bu durum, halk ile devlet arasındaki yakınlığı artırmıştır. Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz yurtiçi geziler yapmıştı. Hatta Abdülaziz Avrupa'ya giden ilk padişah olmuştu. Yüksek dereceli memurlarda çeşitli vesilelerle halk ile ilgilenmeye başlamışlardı.
B) Toprak Yönetimi
Tımar düzeninin kaldırılması ve Tazminat Fermanı'nın ilanı ile, Osmanlı Devleti toprak idaresinde, tam mülkiyete geçmeye başlamıştır. 1847 yılında miras yolu ile intikali (evlada kalması) hakkı genişletilmiştir. 1858 yılında ise geniş bir "Arazi Kanunu" çıkarılarak bütün -Osmanlı toprakları yeniden düzenlenmiş, çeşitleri, miras yolu ile intikali, toprak üzerindeki mülkiyet meseleleri çözümlenmiştir.
C) Maliye
II. Mahmut devrindeki merkez teşkilatının ıslahatı sırasında devletin bütün mali kurum ve kuruluşları "Nezaret-i Ümur-ı Maliye"nin denetimine verildi (1835). 1838 yılından sonra maliye nezareti dışında kalan "darphane" mali bir kuruluş olarak, sadece "Sikke" (para) basıp dağıtmakla görevli idi.
Kırım Savaşı sırasında (1854) dışarıdan borç alınmış ve Suttan Abdülaziz zamanında devletin borcu çok artmıştı. Bu durum II. Abdülhamit devrinde Osmanlı Devleti maliyesinin iflasına sebep olmuş "Düyun-u Umumiye" adı ile bilinen, borçlar idaresi kurulmuştu. 1881 yılında kurulan bu idare, Osmanlı Devleti'nden alacaklı olan Avrupa devletleri temsilcileri ile Osmanlı temsilcilerinden oluşuyordu. Devletin bazı garantili gelirleri, maliyeye girmeden doğrudan borçlar ödeniyordu. Bu durum XIX. yüzyılda en önemli mali konulardan biri idi.
D) Ordu ve Donanma
II. Mahmut devrinde yeniçerilerin kaldırılmasından sonra "Mansure" ordusu kurulmuş ve başına da "Serasker" adı ile komutan tayin edilmişti. Daha sonra, mansure ismi değiştirilmiş ve "Nizamiye" adı verilmiştir. "Bab-ı Seraskeri" kara ordusunun başı olan seraskerin makamı idi. Seraskere yardımcı olmak üzere "Dar-ı Şurayı Askeri" kurulmuştu. 1843 ve 1869 yıllarında ilk defa önemli kanunlar çıkarılarak yeni düzenlemeler yapıldı.
II. Mahmut devrinden itibaren "redif" adı ile yedek kuvvetler meydana getirildi. Serasker ve Bab-ı Seraskeri tabirleri 1908 yılında "Harbiye Nazırı ve Harbiye Nezareti" olarak değiştirildi.
XIX. yüzyılda Sultan Abdülaziz devrine gelinceye kadar, donanma konusunda önemli bir gelişme olmamıştı. Abdülaziz donanmaya çok önem vermiş, çeşitli tiplerde bir çok savaş gemileri satın aldırmış veya yaptırmıştı. 85 parçadan meydana gelen bu donanmanın 20 tanesi zırhlı idi.
E) Hukuk
XIX. yüzyılda Osmanlı hukuk ajanında pek çok ıslahatlar yapmıştır. Bu ıslahatlarda genellikle, Avrupa hukuk kuralları örnek alınarak düzenlemeler yapılmıştır.
II. Mahmut devrinde adalet işlerine bakmak üzere kurulan "Nezaret-i Devai" (Davalar Nezareti) 1870'de Nezaret-i Adliye şeklini aldı. Zamanla diğer kuruluşların bünyesinde bulunan bütün adalet kurumlarını kendinde topladı. Ticaret mahkemeleri, Temyiz Mahkemesi kuruldu. 1867 yılında kurulan "Divan-ı Ahkarn-ı Adliye" yeni kurulmuş olan ve "Nizamiye" mahkemeleri denilen kuruluşların üst mahkemesi durumunda idi.
Ayrıca çeşitli nezaretler bünyesinde kurulan "meclis"ler birer yasama kurumu olarak çalışmaktaydılar. Bunlardan "Meclis-i Âli Tanzimat" yapılacak yeni düzenlemelerin hukuki yönünü hazırlıyordu.
1843'de yeni bir ceza kanunu çıkarıldı. 1850'de ticaret kanunu, 1863'de Deniz ticaret kanunu çıkarıldı. 1865 yılından itibaren yeni çıkan kanunları bildiren "Düstur" (Kanun Mecmuası" çıkmaya başladı. 1866-1878 arasında ise Cevdet Paşa'nın başkanlığında bir kurul "Mecelle" adı verilen medeni kanunu hazırladı.
XIX. yüzyıl Osmanlı adalet teşkilatının en önemli tarafı mahkemelerde bir birlik olmamasıydı. Mesalâ, devlet içinde ayrı ayrı yerlere bağlı dört ayrı tip mahkeme vardı.
• Nizamiye Mahkemeleri, yeni mahkemeler olup Adliye Nezaretine bağlıydı.
• Konsolosluk Mahkemeleri, yabancılara ait davalara bakardı ve kapitülasyonlara göre çalışırlardı. Elçilik ve konsolosluklara bağlıydılar. Dolayısı ile Hariciye Nezaretine de bağlı sayılırlardı.
• Şer'i Mahkemeler, Müslüman halkın evlilik, ölüm, miras, boşanma vb. gibi konulardaki mahkemelerine bakarlardı, şeyhülislama bağlıydılar.
• Gayri müslim cemaat mahkemeleri ise, doğrudan sadrazamlığa bağlıydılar.
1878 yılında hukukçu yetiştirmek üzere "Mekteb-i Hukuk-u Şahane" (Hukuk Fakültesi) açıldı.
F) Eğitim-Öğretim
XIX. yüzyıl içinde, Osmanlı eğitim kurumlarını şöyle sınıflandırabiliriz:
• Eskiden beri devam eden, artık tamamen dini öğretim yapan ve bu haliyle de hayata ve topluma kapalı hale gelen Medreseler.
• XVIII. yüzyıldan başlayarak, önce askeri alanlarda ve giderek sivil alanlarda kurulan yeni "devlet okulları"
• Gayri müslim toplumlarının okulları
• Yabancı devlet vatandaşlarının veya yabancı cemiyet ve tarikatlarının kurduğu "Yabancı Okullar"
• XIX. yüzyıl sonlarına doğru, Osmanlı vatandaşı olan kimselerin açtıkları özel okullar.
Bu devirdeki eğitim ve öğretim kurumlarının geliştirilmesinde Ahmet Cevdet Paşa'nın önemli çalışmaları olmuştur. Özellikle onun 1848 yılında açtığı programını ve bir süre müdürlüğünü yaptığı "Dar-ül Muallimin" uzun yıllar ülkemizin en güzide öğretmen yetiştiren kurumu olmuştur.
1866 yılında "Maarif-i Umumiye Nezareti" kurulmuş ve 1869 yılında ise, yüzyılın en önemli eğitim düzenlemesi olan "Maarif-i Umumiye Nizamnamesi" çıkarılmıştır. Buna göre, İlkokul-Rüşdiye-İdadi Sultani Darü'l Fünun şeklinde bir okul düzeni kurulması planlanıyordu. 1870 yılında Darü'l-Fünun (Üniversite) açılmışsa da, devam edemedi. Tam teşkilatlı olarak 1900 yılında açıldı.
1851 yılında kurulan "Encümen-i Daniş" bir ilimler akademisi idi. Ülke genel kültürünün, ilim, eğitim ve düşünce seviyesinin yükseltilmesi gayesi ile kurulmuştu.
Sadrazam Âli Paşa'nın Fransız hükümetinin yardımı ile açtırdığı Galatasaray Sultanisi tamamen Fransızca eğitim yapıyordu. 1873 yılında Müslüman yetimleri için "Darü'ş-Şafaka" açılmıştı. Sonra vilayet merkezlerinde idadilerin (ortaokul) üstünde olan "Sultani" okulları açılmaya başlandı. Zaten diğer ıslahatlarda da olduğu gibi, önce İstanbul'da yapılan bir iş, kısa zamanda diğer vilayetlere de dağılıyordu.
Darü'l Fünün, açılmadan önce, yüksek okullardan bazıları açılmıştı. Mesalâ, eski yöneticilik okulu olan ve Topkapı Sarayı içinde bulunan "Enderun Okulu" yüzyılın başında kaldırılınca yerine "Mekteb-i Mülkiye" açıldı. Ayrıca Mekteb-i Harbiye, Mekteb-i Tıbbiye, Erkan-ı Harbiye Mektebi gibi yeni bazı okullar açılmıştır.
XIX. yüzyıl Osmanlı eğitim düzeninin bir başka unsuru da yabancı okullardı. Yüzyıl ortalarında yabancı ticari misyonerlik çalışmalarının ülkeye girmesi ile, yabancı okullarda gelmişti. Bunlardan 1863 yılında açılan Amerikan Robert Koleji ilk açılan okullardandı. Aynı şekilde Avusturya, Fransa, İtalya, İngiliz ve Alman misyonerleri de bir çok okullar açmışlardı. Bu okullar yeterli şekilde denetlenemedikleri için, okullarına aldıkları gayrimüslim tabanının çocuklarını, devlet aleyhine yetiştiriyorlardı. Bir çok Bulgar, Ermeni, Yunan, vb. ayaklanma ele başları genellikle bu yabancı okullardan yetişmişlerdi. Yabancı okullar, yüzyıl sonuna doğru, hızla ülkenin çeşitli bölge ve şehirlerine yayıldılar ve 1900 yılları civarında Osmanlı Devleti sınırları içinde 400 kadar oldular.
G) Sosyal ve Ekonomik Hayat a) Sosyal Hayat
II. Mahmut devriminden itibaren, toplumda giyimden dile, düşüncelere ve hatta eğlencelere kadar hayatın çeşitli alanlarında bir değişme ve yenilenme başlamıştı. Devletin birinci şahsiyeti olarak, önce kendisi Avrupai kıyafetler giymeye ve batı tipi bir hükümdar gibi davranmaya başlamıştı. Bu hal, kısa zamanda yöneticilere yansımış ve yüzyıl boyunca halka doğru yavaş yavaş yayılmıştır.
Tanzimat Devri'nde, Avrupa ile ilişkiler ve "Avrupalılaşma" siyaset, yönetim gibi alanların dışına taşarak "edebiyat, sanat" gibi alanlarda da yayılmıştı. Bu bakımdan toplum yapısında da bunun etkileri görüldü. Avrupa'dan roman, hikaye, tiyatro, siyaset eserleri tercüme edildi. Bunları okuyanlar arttı. Batı örneklerinden alınarak çıkarılan her kanun, bir taraftan Müslüman toplulukları yerli gayrimüslim topluluklarla, diğer taraftan yabancı devlet tebaası olan topluluklarla daha iç içe yaşamaya sürüklüyordu. Batı ülkeleri ile bu yakınlık karşılaştırmalara sebep oluyordu.Haberleşme ve ulaşım alanında meydana gelen
gelişmeler, " Osmanlı toplumunun" özellikle Müslümanların "tecrid" edilmişliğini (dünyadan habersiz kenara itilmişliğini) ortadan kaldırdı. 1837 yılında Morse'un icat ettiği telgraf, 1854 yılında Kırım Savaşı sırasında hızlı bir şekilde vilayetler arasında döşendi. Savaştan sonraki on yıl içinde İstanbul'un Anadolu ile ve hatta denizden döşenen hatlarla Mısır (İskenderiye) ile bağlantısı kurulmuştu. 1859'da 'Telgraf Nizamnamesi" çıkarıldı. Toplum, çok geniş olan ülkenin her tarafından haberdar olmaya başladı.
II. Mahmut'un başlattığı deniz ulaşımı, 1844'de "Fevaid-Osmaniye" şirketine dönüşerek gelişmiş ve 1851 yılında da "Şirket-i Hayriye" adı ile önemli bir deniz ulaşım düzeni kurulmuştu. Bu iki kurum, günümüzdeki "Denizcilik Bankası ve İşletmesi'nin temelini meydana getirmişlerdir.
Demiryolları, sosyal hayatı değiştiren bir başka gelişmeydi. Tamamen yabancı sermaye ile yaptırılan demiryolları Tanzimat'ta başladı ve II. Abdülhamit devrinde tamamlandı. Abdülmecit devrinde (1839-1861) sadece 425 km olan demiryolu 1906 yılında güneyde Mekke'ye, Rumeli'de Sofya'ya kadar uzanmıştı. Demiryolu ağının ekonomik ve politik büyük etkileri gazete, dergi, kitap ve her türlü basın faaliyetinin çoğalması, sadece Osmanlı toplum yapısı içinde değil, Osmanlı Devleti aracılığı ile diğer doğu toplumlarında da "batı etkisi”ni yayıyordu.
b) Ekonomik Hayat
Devlet yapısındaki Tanzimat hareketleri, ulaşım ve haberleşmede meydana gelen gelişmeler ve Osmanlı Devleti'nin çok geniş toprakları üzerinde kazanç sağlamak isteyen Avrupalılar, ülkenin ekonomik yapısı üzerinde derin ve geniş değişiklikler meydana getirdiler.
Kapitülasyonlar ve çeşitli anlaşmalarla kazanılan haklara dayanarak ülkenin her tarafında, birçok yabancı şirketler bankalar ve çeşitli iktisadi kurumlar kuruldu. Bu yabancı iktisadi kurumlar ülkenin kalkınmasına sağladıkları faydanın çok üstünde zararlar veriyorlardı. Avrupa'nın fabrikasyon imalatı ve sanayi malları karşısında yerli atölyeler ve yerli mallar büyük bir yıkım içine düşmüşlerdi.
Diğer taraftan, uyanan ve dünyadan haberdar hale gelen toplum daha iyi yollar, şehirler ve daha yüksek refah istiyordu. Bu durum, israfı arttırmıştı. Avrupa mallarına rağbet çoğalmıştı.
Tarımın geliştirilmesi için 1864'de Mithat Paşa'nın kurdurduğu "Memleket sandıklarını" geliştirilmiş ve 1888 yılında Ziraat bankası kurularak, çiftçinin kredi meselesi çözümlenmeye çalışılmıştı. 1880'de ticaret odaları ve Ziraat odaları her vilayette kurularak, ülkenin topraklarının değerlendirilmesi, ticaretin geliştirilmesine çalışıldı. 1888 yılında Bursa'da iplikçilik enstitüsü kuruldu. Yine 1883 yılında ülkedeki bütün tütünün satın alınması, satılması ve işletme tekeli "Regie" kısa adı ile tanınan Alman-Fransız şirketine verildi.
Sanayi çok zayıftı. Avrupa sanayii karşısında, küçük el tezgahlarına dayanan Osmanlı sanayi yıkım içinde idi. Bu yüzyılda, çini, cam, deri, halı, tuğla, kiremit, pamuklu.kumaş, kağıt, halı fabrikaları kurulmuştu. Ancak Avrupa devletleri son derece dikkatli hareket ediyor, Osmanlı sanayisinin gelişmemesi için tedbirler alıyorlardı. Ulaşım, tarım, hammadde alanlarına yaptıkları gibi sanayi alanına yatırım yapmıyorlardı. Batılı bir tarihçinin tesbitine göre, Avrupalılar "Türk'ü olduğu yerde tutmak" istiyorlardı.
XIX. yüzyıl mimarlık alanında özgün eserlere rastlanmaz. 1853 yılında başlayan Dolmabahçe Sarayı ve camii barok tarzında yapılmıştır. Beş milyon altına çıkan Dolmabahçe Sarayı, tamamen Avrupa saraylarının taklididir. II. Mahmut devrinde "mimarbaşı"lık "Ebriye-i Hassa Müdürü" şekline çevrilmiştir.
II. Abdülhamit devrinde yapılan Haydarpaşa Tren İstasyonu, Tıbbiye-i Şahane ve Numune Hastanesi Alman mimarisinin bir örneği olmuşlardır. Bu devirde "Barok ve Gotik" tarz, dini, askeri ve sivil yapılarda kendini göstermiştir.
Ancak XIX. yüzyılda çoğalmaya başlayan "Boğaziçi yalıları" genellikle yüzyılların birikimi bir kültürün ve incelmiş zevklerin ürünü olarak özgün Türk mimarisinin örnekleri olmuşlardır.
Yüzyılın sonunda ve XX. yüzyıl başında "Neo klasik" (Klasik tarza dönüş) akımının en önemli temsilcisi olan Mimar Kemalettin (1870-1927) dikkati çeken eserler yapmıştı. İstanbul'daki 4. Vakıf Han, Bebek, Bakırköy, Bostancı Camileri, İstanbul Laleli’deki Tayyareciler Apartmanları (T.H.K binaları), başlıca eserleridir.
Sanayi-i Nefise Mektebi (1881):
Sanat bakımından yüzyılın en önemli olaylarından biri "Sanayi-i Nefise Mektebi" (Güzel Sanatlar Okulu) adı ile bir okulun açılmasıdır. Daha önce kurulmuş olan "Müze'nin müdürü olan arkeolog ve ressam, Osman Hamdi Bey'in çalışmaları ile kurulan bu okul, bir süre sonra Türk sanatının önemli bir merkezi olacaktır.
XIX. yüzyıl ortalarından itibaren, minyatür yerine, modern resim sanatı genişlemeye başlamıştı. Abdülaziz devrinden itibaren, yetişen Türk ressamları yeni bir Türk resim sanatı üslubu meydana getirdiler. Bunların en ünlüleri Şeker Ahmet Paşa (1841-1907) Halil Paşa, Zekai Paşa ve Ali Rıza Bey'dir.
1826 yılında Enderun'da bulunan musiki okulu kapatılmış ve yine aynı yıl, yeniçeriliğin kaldırılması sırasında "Mehterde dağılmış, "Mızıkay-ı Hümayun" kurulmuştur. İtalyan Donizetti'nin başına getirildiği bu kuruluş batı tarzında bir müzik akımı geliştirmeye çalışmıştır.
Musiki ile uğraşan tarikatlardan "Mevlevihaneler" ise klasik Türk musikisinin geliştiği yerlerin başında idi. Yüzyılın ortalarında "Mehterhane-Hümayun"un yeniden geliştirilmesi ile bu kurumda müzik alanında önemli bir yer tutmuştur. 1908 yılında "Darülelhan" adı ile tamamen batı bir konservatuar kurulmuştur
19. YÜZYILDA AVRUPA:
Rönesans ve reform, Avrupa'da düşünce yapısının değişmesinde ve aydınlanma devrinin başlamasında önemli rol oynadılar. Akıl ve deneye önem veren yeni bir dünya görüşü hâkim olmaya başladı. Fikren gelişen Avrupa, İngiltere'de ki siyasi ve sosyal değişikliklerinde etkisiyle yeni oluşumlara ortam hazırlamıştır. Özellikle Fransa'da meydana gelen ihtilâl yeni bir devir açmıştır. Fransa'da "kral benim" zihniyeti sona ermiş, siyasal ve sosyal alanda büyük değişiklikler meydana gelmiştir.
Halk egemenliği hâkim kılınmış, anayasacılık faaliyeti başlamıştır. Keyfi idareler dönemi sona ermiş, hükümdarlara karşı halk kitleleri harekete geçmiştir.
Fransız İhtilâli Osmanlı Devleti üzerinde hem olumlu hem de olumsuz bazı sonuçlar doğurmuştur.
Olumsuz Yönü: Osmanlı İmparatorluğunda milliyetçiliğe dayalı iç isyanlar çıkmıştır. Ülkenin çeşitli milletleri olan; Rumlar, Hırvatlar, Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar, Romenler ve Araplar bağımsızlık amacıyla ayaklanmışlardır. Bu isyanlar Osmanlı Devleti'ni çaresizliğe, yalnızlığa ve sonuçta yıkılmaya götürmüştür.
Olumlu Yönü: İhtilâlin bazı fikirleri Osmanlı litara-türünde yaygın olmayan anayasacılık, özgürlük, demokrasi ve Türk milliyetçiliği gibi kavramların oluşmasını sağlamıştır.
l. SANAYİ İNKILÂBI VE DOĞURDUĞU SONUÇLAR:
Sanayi İnkılâbı basit olarak ifade edilecek olursa aletin yerine makinenin geçmesidir. Tekniğin, üretimin ve ulaşım imkânlarının gelişmesi ile 18. yüzyıldan itibaren çağdaş dünyada ortaya çıkan gelişmelerin bütünüdür. Buhar kuvvetinin sanayiye uygulanması, • buharla işleyen makinelerin çoğalması az zamanda çok mal üreten fabrikaların kurulması ile sanayi ve ticarette bir takım değişmeler ve gelişmeler meydana gelmiştir.
Sanayi İnkılâbı, ilk olarak ve belirgin bir şekilde 1750-1830 yılları arasında İngiltere'de ortaya çıkmış, sonraları diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır.
İlk olarak İngiltere'de meydana gelmesi burada bazı şartların diğerlerinden daha önce doğmasına bağlıdır. İngiltere'nin büyük sömürge kaynaklarına sahip olması, hammadde birikimi ve geniş pazar imkânları diğer Avrupa devletlerinden daha önce sanayi inkılâbını gerçekleştirmesine ortam hazırlamıştır.
Aynı dönemlerde Osmanlı Devleti ise geniş hammadde kaynaklarına sahip olmasına rağmen sanayi inkılâbını gerçekleştirememiştir. Bunda en önemli etken bilim ve teknolojik yönden gelişmemiş olmasıdır. Osmanlı Devleti'nde böyle bir hareketin meydana gelmemesi kısa zamanda büyük devletlerin pazarı haline gelmesine neden oldu.
II. Sonuçları:
1. Sömürgecilik gelişmiştir.
2. Bol, ucuz ve kaliteli üretim sağlanmıştır.
3. Hammadde ve pazar ihtiyacı artmıştır.
4. Büyük sermaye birikimleri gerçekleşmiş, böylece büyük şirketler ortaya çıkmıştır.
5. Sermaye tek elde toplanmaya başlamıştır.
6. Kapitalizm, sosyalizm ve emperyalizm gibi fikir akımları ortaya çıkmıştır.
7. Sanayi kentleri oluşmaya başlamıştır.
8. Şehirleşme sorunları ortaya çıkmıştır.
9. İşsizlik sorunu ortaya çıkmıştır.
10. İşçi-işveren sorunları başlamış, sendikacılık faaliyetleri ortaya çıkmıştır.
11. Çekirdek aile modeli, düşük ücretli işçi çalıştırılması sonucu ortaya çıkmıştır.
III. Sanayi İnkılâbı ile İlgili Akımlar: '
1. Kapitalizm: Devlet müdahelesi yoktur Ekonomik faaliyetler serbesttir. Fertlerin iradesine bırakılmıştır. Bu düzeyde fiyatlar piyasada arz ve talebe göre şekillenir. Kapitalizmde işçiler, işverenler devamlı olarak kendi çıkarlarını düşünürler.
Kapitalist sistem bir yönden Avrupa ülkelerinin sömürgecilik politikasına da güç kazandırmıştır. Bu sistemde en büyük darbe işçilere vurulmuştur. Fakat uzun yıllar süren işçi hareketleri Avrupa'da belli bir seviyeye ulaşmış, bunun bir sonucu olarak sendikal haklar ortaya çıkmıştır. İşçi, işveren arasındaki anlaşmazlığın giderilmesiyle Avrupa'da büyük bir verimliliğe ve yüksek gelir seviyesine ulaşılmıştır. Böylece Avrupa toplu bir refah seviyesine ulaşmıştır.
2. Emperyalizm: Bir devletin sınırlarını genişletme politikasıdır. Aynı ekonomik ve sosyal bütün içinde etnik ve kültürel bakımdan farklı toplumların, merkezi bir iktidarın otoriter yönetimi altında bir araya getirilmesi düşüncesi kısaca emperyalizmi tanımlar.
Bu düşünce aslında insanlık tarihinin çok eski dönemlerine kadar uzanır. Sanayi İnkılâbıyla doğan ekonomik emperyalizm, hammadde ve pazar alanlarının aranmasından doğmaktadır. Yani bu düşünce modern çağların bir ürünüdür.
Devletleri emperyalist amaçlara yönelten sadece ekonomik sebepler değildir. Uluslararası alanda devletlerin durumu ve denge sorunu emperyalizmi doğuran belki de en önemi! etkendir.
3. Sosyalizm: Demokrasinin ve kapitalizmin doğurduğu yetersizlikler ve adaletsizlikler sosyalizmin itibar kazanmasına yol açmıştır. Sosyalizm kâr ve özel menfaat sağlamayı düşünmeyen, kamu yararını esas alan kolektif sistemin zaman içinde uygulanışıdır.
OSMANLI DEVLETİ'NİN ÇÖKÜŞ NEDENLERİ
Osmanlı Devleti kısa zamanda Selçuklu ve Bizans İmparatorluklarımın mirası üzerine yerleşerek süratle genişlemiş ve yayılmıştır. İsabetli bir politika, disiplinli ve güçlü bir ordu teşkilâtı, hoşgörülü bir dini anlayış, adil yönetim, Müslüman olmayanlara baskı yapmaması manevi olarak güçlü bir devlet olmasına ortam hazırlamıştır. Toprak rejimi ve yönetim teşkilatı da çağdaş anlayışa uyarlanmış, sağlam temellere oturtulmuştur.
Osmanlı Devleti'nin bu ideal sistemi 17. yüzyıldan itibaren çökmeye başladı. Bu çöküş diğer devletlerde olduğu gibi birden olmadı. Yavaş yavaş başlayan duraklama II. Viyana kuşatmasıyla gerileme devrini başlatmıştır. Bu yenilgiler karşısında ilk askeri ıslahatlar yapıldıysa da beklenen sonucu vermemiştir. Bu ıslahatlar 19. yüzyılda daha belirli ve yaygın olmasına rağmen Osmanlı İmparatorluğunu batmaktan kurtaramam ıstı r. Bütün çabalara rağmen devletin yıkılmasında etkili olan faktörleri iç ve dış nedenler olarak iki kısımda değerlendirebiliriz.
I -İç Nedenler:
Osmanlı İmparatorluğunun bünyesinde ve idari teşkilatında meydana gelen aksaklıklar, hatalar ve modern hayatın icaplarına uyulmaması gerileyiş ve çöküşünde en önemli etkenleri oluşturmaktadır. Merkezi otoritenin bozulması, ordu ve donanmanın eski gücünü yitirmesi, Avrupa’daki gelişmelerin takip edilmemesi, eğitim ve öğretimin bozulması, medreselerin önemini yitirmesi, pozitif bilimlere olan ilginin azalması, toprak sisteminin bozulması, askeri alanda yapılan yeniliklerin yeterli olmaması ve halkın yönlen-dirilmemesi dağılmanın hızlanmasında etkili olan iç nedenlerdendir.
II - Dış Nedenler:
Osmanlı Devleti'nin hem doğuda hem de batıda genişlemesi sonucu güçlü düşman devletleri ile karşı karşıya gelinmiştir. Avrupa'nın siyasal alanda ve düşünce alanında büyük gelişmeler gösterdiği yıllarda Osmanlı Devletinde buna karşılık duraklama başlamıştır. Osmanlı Devleti Avrupa’daki önemli gelişmelerden uzak kaldığından 17. yüzyıldan itibaren zayıflayarak 20. yüzyıl başlarına kadar Avrupalı devletlerin karşılıklı rekabetleri sonucu yaşayabilmişti.
Rusya'nın yayılmacı politikası, boğazları ele geçirmek istemesi Osmanlı Devleti'ni sonu gelmez savaşlara itmiştir. Bu savaşlar Osmanlı Devleti'ni hem maddi hem de manevi olarak yıpratmıştır. Son olarak girişilen I. Dünya Savaşında ise Osmanlı Devleti tarihi düşmanları karşısında bir varlık gösteremeyerek yıkılmıştır.
Fakat tarihimizin bütün dönemlerinde duraklamaya, gerilemeye ve çöküşe devamlı çözüm bulma gayretleri varolmuştur.
OSMANLI DEVLETİ'Nİ KURTARMA ÇABALARI
19. yüzyıl bütün yönleriyle Osmanlı Devleti'nin kader dönemi olmuştur. Artık kurumlarıyla birlikte yıkılışa doğru gidişi gözlenebilmektedir. Bu durum devlet adamlarını ve aydınları harekete geçirmiştir. Böylece hayatımızı etkileyen bütün alanlarda ıslahat hareketlerine girişilmiştir.
Islahat hareketleri, batı dünyasının üstünlüğünü görmemizden itibaren daha düzenli olarak askeri alanda 18. yüzyılda yapılmaya başlandı.
II. Mahmut en önemli bir ıslahat olarak Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmış, böylece merkezi otoriteyi kurmayı hedeflemiştir. Sadece askeri alandaki ıslahatların yeterli olmadığını anlayan II. Mahmut sivil idari kurumlarda da ıslahat yapmaya başladı. Bu sivil alandaki ıslahat hareketi Tanzimat Fermanıyla doruk noktaya ulaştı. Tanzimat yeni bir takım prensipler getirmiş batılılaşmayı sistemleştirmiştir. Osmanlı toplumunun isteğinden doğmadığı için, Tanzimat Fermanı beklenen sonucu vermemiş, aksine daha kötü sonuçlar doğurmuştur.
Tanzimat Fermanını Meşrutiyetin ilânı izlemiştir. Tanzimat Fermanı hürriyet ve demokrasi hareketlerinde bir canlanma meydana getirmiş, Kanûn-i Esasi ilân edilmiştir. Osmanlı toplumunun hak ve hürriyetleri kanunla güvence altına alınmıştır. Türk siyasi hayatında ilk olarak halk, padişah yanında yönetime katılmıştır. Bu çok önemli bir ilerlemedir. Yalnız Osmanlı toplumunda beklenen kaynaşmayı sağlayamamış, kısa zamanda Mebuslar Meclisi milliyetler mücadelesine sahne olmuştur. Bu yönüyle Mebuslar Meclisinin fayda getirmeyeceğine inanan II. Abdülhamit (1876-1909) Meşrutiyet Dönemine son vermiştir.
I. Meşrutiyet, devletin sınırları içinde yaşayan toplumun kaynaşmasını sağlayamamış, buna karşılık, bazı yeni fikirlerin olgunlaşmasını ve gelişmesini sağlamıştır.
Yeni fikirlerin oluşması ilk kez yönetimi eleştiren bir grubun doğmasına neden oldu. Bu grup kısa zamanda bir muhalefet partisine dönüşmüştür. Bu parti geniş tabanlı olarak örgütlenen daha çok subayların kontrolündeki İttihat ve Terakki Partisidir.
İttihat ve Terakki ’nin ülke içinde ve dışında etkili bir şekilde başlattığı muhalefet çalışmaları Meşrutiyetin yeniden (1908) ilan edilmesine neden olmuştur.
II. Meşrutiyet bazı değişikliklerle eski yapıyı devam ettirmiştir. Özellikle dış baskıların artması sıkıntılara ve partiler arası mücadelelere neden olmuştur. Bundan dolayı II. Meşrutiyet demokratik bir ortamın gelişmesinde önemli bir paya sahip bir dönem olup düşünce akımlarına ortam hazırlamıştır.
OSMANLI DÖNEMİNDE DÜŞÜNCE AKIMLARI
20. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti'nin çöküş dönemine girmesi çeşitli düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti 19. yüzyılda daha düzenli ve programlı bir ıslahat hareketine girişmiştir. Fakat dış baskılar ve ülke içindeki karışıklıklar başarıya ulaşmasına engel olmuştur. Yapılan her türlü harekete rağmen devlet, içinde bulunduğu durumdan kurtulamamış; "hasta adam" olarak tanımlanan Osmanlı Devleti iyileşememiştir.
Fakat, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra devleti batmaktan kurtarmak amacını güden bir takım akımlar 20. yüzyıl başlarında II. Meşrutiyetle daha belirgin olarak ortaya çıkmışlardır.
Tamamen devletin birlik ve bütünlüğünü sağlamaya çalışan bu fikir akımları küçük çapta birer devlet doktrini özelliği gösterirler. Sırasıyla Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük şeklinde ortaya çıkan bu akımlar, l. ve II. Meşrutiyet devresinde devlet hayatına hakim olmuşlar ve etkilerini göstermişlerdir.
Şimdi bu akımları sırasıyla görelim:
a. Osmanlıcılık:
Osmanlı tarihinde ilk defa olarak bazı aydınlar tarafından Genç Osmanlılar adıyla hükümetin çalışmalarını denetleyecek bir cemiyet kurulmuştur. Bu cemiyetin üyesi olan aydınlar Osmanlı Devletinde yaşayan azınlıkların ayrılma isteklerine ve isyanlarına son vermek için çalışmalar yapıyorlardı. Azınlık unsurlarını kazanmak ve onları Osmanlı Birliğine çağırmak basit manada Osmanlıcılık düşüncesini doğurdu.
Tanzimat Devri'nin sonlarına doğru ortaya çıkan bu akım fertlerin siyasal, sosyal ve hukuki olarak eşitliklerini sağlamayı hedeflemektedir. Devletin sınırları içinde yaşayan fertler arasında dil, ırk, kültür ve din bakımından hiç bir fark gözetmeksizin, hepsinin aynı hak ve yetkilere sahip olmasının gerektiği savunulmaktadır. Osmanlı Toplumunda olması istenen kaynaşmanın ancak bu düşünceyle sağlanacağına inanmaktadırlar.
Osmanlıcılık, milli birliği, milli düşünceyi ve milli idealleri sağlamayı Osmanlı birliğinin sağlanmasına bağlamıştır. Aynı zamanda bu sözlerin teorik bir görüş olmaması içinde Meclis-i Mebusan’ın kurulmasını ve Kanun-u Esasi'nin (ilk anayasa) ilân edilmesini istemişlerdir.
Osmanlıcılık fikrinin uygulama safhasına geçirilmesi II. Abdülhamit’in tahta çıkmasıyla başlamıştır. Padişah Mithat Paşa'nın etkisiyle Kanun-i Esasiyi (ilk anayasa) ilân etmiş, parlamentoyu (Meclis-i Mebusan) kurmuştur. Osmanlıcılık fikrinin yaşaması Meşrutiyet idaresinin varlığına bağlıdır. Her kesimin ve milletin temsilcileri parlamentoyu doldurmuş ve herkes kanunlar önünde eşit sayılmıştır. Bütün bu girişim ve çabaların sonucu olarak Osmanlı toplumunun kaynaşması beklenirken, meydana gelen iki önemli olay tamamen ters bir durum meydana getirmiştir.
Birincisi: Azınlıkların Mebusân Meclisindeki temsilcilerinin ayrılıkçı ve uzlaşmaz tutumları,
İkincisi: Yeni başlayan 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Balkan uluslarının Osmanlı Devleti aleyhine Rusya'nın yanında yer almaları ve savaşın Balkan cephesinde Müslüman halka kötü davranmaları. Bu gelişmelerden sonra II. Abdülhamid çağın gelişen düşüncesi milliyetçiliğe ters düşmesi ve ihtiyaçlara cevap verememesi üzerine Meclis-i Mebusanın varlığına son vermiştir. Meclisin kapatılması, Osmanlıcılık fikrinin de uygulamadan kaldırılması sonucunu ortaya çıkarmıştır.
b. İslamcılık:
İslamcılık, siyasi ve sosyal bütünlüğümüzü korumak amacıyla değişik dönemlerde sık sık bir MI çaresi olarak ileri sürülmüştür. Özellikle Meşrutiyet devrinde uygulama alanında görülmüştür.
İslamcılık, dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleştirilmesini hedefleyen, devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir düşünce akımıdır, l. Meşrutiyetin sonlarına doğru büyük bir gelişme göstermiştir.
II. Abdülhamit özellikle sömürge altında bulunan Müslümanları hilafet kanalıyla merkeze (İstanbul) bağlamaya çalışmıştır. Böylece buralarda her an isyan çıkarmayı ve büyük devletleri kontrol altında tutmayı amaçlamıştır.
İslamcılık, l. Meşrutiyette iki türlü olarak işlenmiştir.
Birincisi; Padişah tarafından uygulanan ve dış siyasette etkili olan ve devlet doktrini haline gelen islamcılık.
İkincisi; Baz» fikir adamları tarafından temsil edilen bilim, hukuk, toplumsal gelenek ve eğitim alanındaki düşüncesiyle İslamcılık. Bu fikir Mehmet Akif, Said Halim Paşa, Cemaleddin Afgani, M. Şemseddin ve Musa Kazım gibi kişiler tarafından savunulmuştur.
İslamcılık akımı etkili olduğu dönemde bütün dünya Müslümanlarının iç açıcı bir durumda olmaması nedeniyle başarılı sonuçlar doğurmamıştır. Bunun yanında milliyetçilik gibi akımlarda İslamcılığa engel olmuştur.
II. Abdülhamid'in son yıllarında ülke dışında İslamcılık önemli bir potansiyel güç olarak dururken ülke içindeki ittihatçılarda meşrutiyete dayanan Osmanlıcılığı savunuyorlardı. İslamcılık kısaca birlik ve bütünlüğü dinle sağlamayı amaçlayan bir akımdır. II. Abdülhamit döneminde yapılan faaliyetlerin faydaları milli mücadele döneminde Hindistan ve Buhara Müslümanlarından gelen yardımlar şeklinde kendini göstermiştir.
c. Batıcılık:
Bu görüş, devletin ancak batılılaşmak yoluyla kurtulabileceğini ve bunun için çeşitli alanlarda ıslahatlar yapılması gerektiğini savunmuştur.
Batıcılık kaynağını, Tanzimat ve önceki devirlerin ıslahat teşebbüslerinden alır. Batı medeniyetinin siyasi, sosyal ve felsefi görüşlerinden azami derecede faydalanmayı istemektedir.
Batıcılık, Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Süleyman Nazif tarafından temsil edilmiştir. Batıcılar tek kadınla evliliği, kadın özgürlüğünü, medeni kanunun kabulü nü, lâik mahkemelerin kurulmasını, Latin harflerinin kabulünü, tekke ve zaviyelerin kapatılmasını, modern giysiler giyilmesini istiyorlardı. Görüldüğü gibi batıcılık sadece bir taklitçilikten ibaret kalmıştır. Her şeyden evvel Batıcılık fikrinin Osmanlı toplumunun bünyesini ve ülkenin ihtiyaçlarını dikkate alması gerekirdi.
I. Meşrutiyete kadar yapılan batılılaşma hareketlerinin önderleri padişahlar ve onların destekledikleri devlet adamlarıdır. I. Meşrutiyetten sonra ise batılılaşmanın fikir yönünden önderliğini devleti yönetenler dışında ve yönetime rağmen Jön Türkler yapmışlardır.
Batıcılık da bazı hatalarından dolayı başarıya ulaşamamıştır. Buna karşılık bazı olumlu sonuçları da olmuştur. Meselâ, sağladığı tecrübelerinden Türk İnkılâbının oluşumunda faydalanılmıştır. Yeni Anayasa 'nın hazırlanmasında batılılaşma hareketlerinin önemli bir payı vardır.
Batıcılık akımının, diğer fikir akımlarından farklı bir özelliği vardır. Bu da Osmanlı Devletini yaşatmaktan ziyade, yeni bir devletin kurulması için yapılan çalışmalar bütünü olmasıdır.
d. Türkçülük:
Türkçülük hareketinin esas unsuru coğrafyada, dilde, kültürde, tarihte birlik ve bütünlüğü sağlamaktır. Türkçülük II. Abdülhamit devrinde dil, edebiyat ve tarih alanlarında bir fikir hareketi olarak gelişmiş, Osmanlıcılık veya İslamcılık gibi bir idare ve siyaset sistemi haline gelememiştir.
Avrupada Türkler aleyhine yapılan olumsuz propagandalar, Türk milletinin ikinci sınıf görülmesi, Türk tarih ve kültürünün incelenmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Rus işgaline uğrayan Türk illerinden kaçan Türk göçmenlerin etkisiyle Türkçülük giderek önem kazandı. Özellikle II. Meşrutiyet'in ilânından sonra Türkçülüğün etkisi daha da arttı. İttihatçılar genellikle bu düşünceye sahiplendiler.
Türkçülük akımı Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan Türkleri dil, din ve kültür değerleriyle birbirlerine bağlanmasını, dışarıdaki Türklerle de birleşme yolları aranmasını amaçlıyordu. II. Abdülhamid'in kurmak istediği İslâm Birliği gibi Türk Birliğini kurmak amaçlanmıştır.
Türkçülük fikrinin savunucuları Ziya Gökalp, M. Emin Yurdakul, Ömer Seyfeddin gibi yazarlardı. İlk kez Ziya Gökalp Türkçülüğü sosyolojik bir metodla inceleyerek eksik, dağınık, çekingen fikirlerin toplanmasını ve bir sistem haline getirilmesini mümkün kılmıştır.
Türkçülük Akımı, II. Meşrutiyet'in ilânından önce yalnız anavatanı düşünmekle kalmamış, bütün Türklerin kurtuluş imkanlarını da araştıran Pantürkizm cereyanına doğru yönelmiştir.
Milliyet fikrinin etkisiyle ortaya çıkan Türkçülük, biçim değiştirmiş, Turancılıktan Misak-ı Milli esaslarına dönüşerek Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ideolojilerinden olmuştur.
II. Meşrutiyet döneminde olgunlaşan fikir akımları aslında 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zaman zaman devlet modeli olarak uygulanmıştır. Buna rağmen fikir akımları başarılı olamayarak kendinden beklenen sonucu verememişlerdir.
Fikir Akımlarının Başarısızlık Nedenleri:
1. Ülke içinde fikir akımlarına halk desteğinin sağlanamaması.
2. Fikir akımlarının geniş halk kitlelerine indirgene-memesi.
3. Fikirlerin birbirlerine karşı ortaya atılmış olması.
4. Dış baskıların artması.
5. İç değişmeler, isyanlar ve bağımsızlık hareketleri