Sitene Ekle
   
  .
  Atatürk
 



ATATÜRK

Türkiye Cumhuriyeti’nin  kurucusu,  başöğretmen  yüce  önder Atatürk’ün aramızdan ayrılışının  69.yılında Onu milletçe saygı ve şükranla anıyoruz.
 
M.Kemal Atatürk,  1881  yılında  Selanik’te  doğup 10 Kasım  1938 yılında  İstanbul’da  Dolmabahçe  sarayı’nda   hayata  gözlerini  kapamıştır.Fakat  fikirleri ,  ilke  ve  inkılaplarıyla  bizler  yol  göstermeye   devam  etmektedir.
 
Atatürk’ün  57  yıllık  kısa  hayatına  baktığımız  zaman   Türk  Milleti’ni  çağdaş medeniyet   seviyesinin  üzerine  çıkarmak  için  yaptığı  çalışmalar  ve  bu   uğurda  harcanan  bir  ömür  görülmektedir.
 
Bu gün milletçe yas tutup ağlamak yerine “En büyük eserimdir” diye her zaman övündüğü T.C. Devleti’nin kurucusu  yüce önder Atatürk’ü, hayatını  ve eserlerini, ilke ve inkılaplarını  tekrar gözden geçirip  onu daha iyi anlamaya  çalışmalıyız.Böylece devletimizin hangi şartlarda bu güne geldiğini  ve Atatürk’ün emanetlerini  daha ileriye götürmek için bizlere  ne gibi görevler  düştüğünü daha  iyi kavrarız.
 
Ünlü İngiliz devlet adamı Winston Churchill, daha 1915’lerde Atatürk için “Bu eşsiz kahraman Türklüğün mukadderatını  ele alacak olan  bir dehadır” sözleriyle  ileri yıllarda onun  Türk Milleti’nin lideri olacağına işaret etmektedir.
 
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti yıkılmış, memleket işgal edilmeye başlanmıştır.Bu şartlarda Atatürk, İstanbul’a gelir, arkadaşlarıyla görüşür fakat  çoğu ile  memleketin kurtuluşu konusunda anlaşamaz.Onlar İngiliz, Fransız, Amerikan mandasından bahsederken Atatürk, Anadolu’ya geçip Milli Mücadele’yi başlatma yolunu seçmiştir.Anadolu’ya geçerken  güvendiği  bir tek şey vardı: O da Türk Milleti’nin bağımsız yaşma  azmi.Türk Milleti , Onun etrafında kenetlenerek  düşmanların planlarını  altüst edip  memleketi düşmanlardan temizlemişlerdir.
 
 Atatürk, kahraman bir asker olmasına  rağmen  millet egemenliğini tercih eden liderlerden biridir.Daha Amasya Genelgesi’nde Cumhuriyet yönetiminin izlerine  rastlamak mümkündür.
 
 Atatürk,  her  zaman Türklüğü  ile  övünmüş  gelmiş  geçmiş   en  büyük  Türk  Milliyetçisidir.”Benim  yaradılışımda  fevkalade  olan  bir  şey  varsa  Türk olarak  dünyaya   gelmemdir.”,”Ne mutlu  Türk’üm  diyene” Herhalde  bu  cümleler  O’nun  Türklüğü  ile ne  kadar  iftihar  ettiğini  göstermeye  yeter.
 
 Atatürk, Türk  Milleti’nin  asaletine  ve  kabiliyetine   büyük  güven  duymuş ve adeta  ona  hayran  olmuş   bir  kimse  idi.Ona  göre ”Türk, çetin  işler  başarmak  için  yaratılmıştır.”,”Türk’e  müspet  ve iyi  bir  şey  veriniz,  bunu reddetmesi  ihtimali  yoktur” O  bu  milletin  fertlerine  Türklüğü  ile  övünmelerini ,  çalışmaları  ve  güvenmelerini  istemiştir.Ona  göre “Türk’ün  haysiyet  ve  izzet-i nefs  ve kabiliyeti  çok  büyük  ve  yüksektir.Böyle  bir  millet  esir  yaşamaktansa  mahvolsun  evladır”.
 
 Atatürk,  tarihte cesaretiyle  ün  salmış en  gözü  pek  komutanlar   kadar  cesurdur.Fakat onun  cesareti öfkenin  emrinde  olan  bir  cesaret  değildir.Onun  cesareti  bilgi  ile  kanatlanmış,  ileri  görüşlülük   ve  soğukkanlılığı  ile   kuvvetlenmiş,  her  zaman  aklın  kontrolünde  olan   bir  cesarettir.
 
 Atatürk  kendisini  milletine  adamış,  milletinin  asla  batılı   zihinlerin  söylediği  gibi “barbar”  olmadığını,  tarihin  derinliklerinden  gelecek  sesler  ve   belgeler  ile   ortaya  koymaya  çalışması ,  onun  milletini  çok  sevdiği   ve çok  iyi  tanıdığının   bir  ispatı  olmuştur.
 
 Atatürk , Türk  Milleti’nin  ne  istediğini  ve neye  ihtiyacı  olduğunu  çok  iyi  bildiğinden   inkılapları  da  çok  başarılı  olmuştur.Başarısının  sırrı  burada  yatmaktadır.Bu  çalışma  ve  mücadelesinde  Atatürk,  Türk  Milletini  ve Cumhuriyetini ,  maddi  olduğu  kadar  manevi  değerleri ile  de  sağlam temellere  oturmasını  bilmiş,  çok  sevdiği  gençlik  ise  onu  yüceltmiştir.
 
 Atatürk’ün  bütün  hizmetlerde esas  aldığı  hedef  milleti  ve  onun  birlik  ve beraberliği  olmuştur.Türk  Milleti’nde  sezdiği  kabiliyet  ve  kudret,  çok   güvenmesine ,milletinin tarihine  sım  sıkı  sarılmasına,  milletinin  her  zaman  yanında  olmasına  yetmiştir.
 
 Atatürk,  Türkiye’ye  kültür  yönünden büyük  bir merhale  getirmiş ve  bunu” Hayatta  en  hakiki  mürşit  ilimdir!”  sözü  ile  noktalamıştır.Bunun  yanı sıra sanatın  çeşitli   yönleriyle  ilgilenmiş,  Osmanlı sosyal  yapısının  çağa  ayak  uyduramamış kurumlarının  yerine çağdaş  bir  devlet  kurmaya   çalışmıştır.Sanatçı  kişiliğin  herkese  has  olmadığını ,  sanatçıya  verdiği  önemi  de “Efendiler, hepiniz  mebus  olabilirsiniz,  vekil  olabilirsiniz,  hatta  cumhurreisi  olabilirsiniz fakat  sanatkar  olmazsınız”  sözü  ile  vurgulamıştır.
 
 
 Atatürk  dünya  barışının   sağlanmasında etkili  olmuş  ender  büyük  insanlardandır.O  yalnız  bizim  değil bütün  insanlığın  mutluluğu  için  birbirlerine  kin  değil  saygı  duymak,  sevmek  gerektiğini ,  kurulacak  dostluklarla   sağlanacak  olan   gelişmenin  ne  kadar  önemli  olduğunu  vurgulamaya  çalışır.Atatürk,  insanlığın  hepsini  bir  vücut ve  her  milleti   bu  vücudun  bir uzvu  saymak  icap  eder.Bir  vücudun  bir  ucundaki  acıdan  diğer  bütün  uzuvlar  müteessir  olur”  diyerek  dünya    barışının  sağlanmasının  önemine  işaret  etmektedir.
 
 Mustafa  kemal Atatürk  ezeli  düşman tanımazdı.bunun  için  de hatasını  anlamış  olan Venizelos’un  dostluk  kurmak  için  uzattığı  eli  sıkmıştır.Çünkü “Kazandığı  zaferleri  aşırı  taleplerle  tehlikeye  atmamak “ gibi   bir  özelliği  vardı
 
 Dünya  barışı  için  nerede  ve ne  zaman bir  adım atıldıysa Atatürk  bu  teşebbüsü  gönülden  karşıladı ve  yardımcı  olmaktan  geri  kalmadı.Mükemmel  bir  asker  olmasına  rağmen savaş  taraftarı  değildir.Şu  sözleri bu  özelliğini  çok  güzel  ifade  eder:”Harpçi  olamam.Çünkü,  harbin  acıklı  hallerini  herkesten  iyi  bilirim”
 
 Atatürk’ün  fikirlerine bu gün bizler  Kemalizm veya Atatürkçülük diyoruz.Bu  fikirlerin önemini  korumasının bir tek  sebebi var: O da aklın ve bilimin önderliğinde  ortaya çıkması. Atatürk’ün yaşadığı  devrin liderlerine baktığımız zaman  bir çoğunun unutulmuş, hatta bazılarının  hatırlanmasından  o milletler bile  rahatsız olurken  Atatürkçülük  her geçen gün  daha da güçlenerek  varlığını devam ettirmektedir.İşte Atatürk’ü çağını aşan dünya liderlerin bir yapan özelliklerden bir tanesi.
 
 Atatürk, aynı zamanda ekonomi  ile yakından ilgileniyordu.Daha  barış yapılmadan  İzmir’de I.İktisat Kongresi’nin toplanması  Onun  bir milletin  istiklal  ve  refahı için ekonominin  ne kadar  önemli olduğunu  çok iyi  kavradığını göstermektedir.
 
 Mustafa Kemal’in şahsında biz , yalnız kudretli bir asker , kudretli bir devlet kurucusu ve çağdaş bir inkılapçı değil, çağımız ölçüsünde bir  üstün insan görüyoruz.Onu gittikçe daha iyi anlıyor, onu gittikçe daha iyi anlayarak ona bağlanıyoruz.Onunla gittikçe  daha sevinerek  övünüyoruz.Hem seziyoruz ki, yarın  onu yalnız biz Türkler değil , bütün insanlık alemi de , daha iyi  anlayacak ve  daha çok yüceltecektir.
 
 Seni saygı ve şükranla anıyoruz...




ATATÜRK
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, 1881 yılında Selanik’te doğdu.
Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım’dır.
Küçük yaşta babası öldüğünden annesi tarafından büyütülmüştür. İlk öğrenimini Selanik’te Şemsi Efendi Mektebi’nde tamamlamış, bir müddet Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ne devam etmişse de ayrılarak Askeri Rüştiye’yi bitirmiştir. Askeri Rüştiye’den sonra Manastır Askeri İdadisi’ni de başarı ile bitirerek Harbiye’ye girmiştir. Harbiye öğreniminden sonra Harp Akademisi’nde okumuş ve 1905 yılında kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun olmuştur.
Mustafa Kemal, Harbiye’de ve Harp Akademisi’nde, memleket ve millet sorunları ile ilgilenmesi ve düşüncelerini cesaretle ifadeden çekinmemesi sebebiyle aydın ve inkılapçı bir subay olarak tanınmıştı. Harp Akademisi’nden mezuniyetini izleyen günlerde Suriye bölgesine, Şam’a gönderilmiştir. Mustafa Kemal, burada da faaliyetlerine devam etmiş ve 1905 yılı Ekiminde, güvendiği bazı arkadaşlarıyla beraber, gizlice Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuştur. Bütün bölgeyi gezerek fikir ve mücadele arkadaşları aramış, Beyrut, Yafa ve Kudüs’te de taraftarlar bularak teşkilatı genişletmiştir. Mustafa Kemal, bu sıralarda Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni de içine almış bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti mensubu olarak faaliyetlerde bulunmakta; memlekette yapılacak birtakım yenilikler için zemin aramaktadır.
1908’de II. Meşrutiyet ilan edildiği zaman kolağası rütbesiyle Selanik’te bulunan Mustafa Kemal, İstanbul’daki gelişmeleri yakından izlemiş; fikir ve düşünceleriyle İttihat ve Terakki Cemiyeti içindeki söz sahibi arkadaşlarını  zaman zaman uyarmak istemiştir. Meşrutiyet’e bir suikast olan 31 Mart 1909 isyanı üzerine, Hareket Ordusu’yla beraber bu ordunun Kurmay Başkanı olarak, Rumeli’den İstanbul’a hareket etmiş, Hadımköy’de bu görevi Binbaşı Enver Bey’e devretmiştir. Bir ay kadar Hareket Ordusu’yla beraber İstanbul’da kalan Mustafa Kemal, 31 Mart İsyanı’nın tamamen bastırılmasından sonra tekrar Selanik’e dönmüştür.
Mustafa Kemal 1910 yılı Mayısında Arnavutluk’ta yapılan harekatta Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın Kurmay Heyeti’nde vazife görmüş, 1910 yılı Eylülünde Picardie Manevraları’nı izleme amacıyla Fransa’ya gönderilmiştir.
1911 Trablusgarp Harbi’nde binbaşı olarak, Tobruk ve Derne bölgelerinde komutanlık yaparak İtalyanlara karşı savaşmıştır. 1912 yılı sonlarında Balkan Harbi başladığı zaman Gelibolu ve Bolayır’da vazife almış; Bulgarlarla savaşarak Edirne’nin geri alınışını temin eden Bolayır Kolordusu’nun Kurmay Başkanlığı’nı yapmıştır. Balkan Harbi’nden sonra Sofya, Belgrad, Çetine ataşemiliterliklerini idare etmek üzere Sofya’da oturmuş ve bu sıralarda yarbaylığa terfi etmiştir.
I. Dünya Savaşı’nın başlamasından bir süre sonra 1915 yılı Ocak ayında, Tekirdağ’da teşkil edilecek 19. Tümen Komutanlığı’na getirilmiştir. 1915’de, İngiliz kuvvetlerinin Gelibolu yarımadasına taarruzları ve karadan çıkarma gayretleri üzerine, Arıburnu ve Anafartalar bölgelerinde kahramanca savaşarak büyük başarı kazandı ve albaylığa terfi etti. Conkbayırı taarruzunda kalbini hedef alan bir kurşun, cebindeki saate çarpıp geri döndüğünden, mutlak bir ölümden kurtuldu. Bu muharebeler esnasında gösterdiği kahramanlık ve yüksek komuta yeteneği kendisine ülke içinde ve dışında büyük ün sağladı.
1916 yılında Diyarbakır-Bitlis-Muş cephesinde 16. Kolordu Komutanı olarak görevlendirilen Mustafa Kemal, Ruslara karşı savaşarak Bitlis ve Muş’u kurtarmış ve bu cephede generalliğe terfi etmiştir. Daha sonra Hicaz bölgesine tayin  edilmiş, Şam’a giderek Sina cephesini teftiş etmişse de bu görevin kaldırılmasıyla, karargahı Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu’ya komutan olmuş; bu vazifede de çok kalmayarak 1917 yılı Temmuzunda, Suriye’de kurulan Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na bağlı 7. Ordu Komutanlığı’na atanmıştır. Fakat bu cephenin umumi idaresi kendisine verilmiş olan Mareşal Falkenhayn ile aralarında askeri görüşler bakımından anlaşmazlık çıktığından istifa etti; tekrar Diyarbakır’da bulunan 2. Ordu Komutanlığı’na atandı ise de bu görevi kabul etmeyerek izinle İstanbul’a geldi.
Bu sıralarda Veliaht Vahdettin’in maiyetinde Almanya seyahatine iştirak etti; Alman askeri çevrelerinde incelemeler yaparak, devrin tanınmış komutanlarıyla görüştü. İstanbul’a geldikten bir müddet sonra, böbrek rahatsızlığı sebebiyle Viyana ve Karlsbad’a giderek tedavi gördü. Dönüşünde, Mareşal Falkenhayn’ın yerine Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na getirilmiş olan Mareşal Liman von Sanders’in emrinde bulunan 7. Ordu’ya yeniden komutan oldu ve bu cephede İngilizlere karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imza edildiği gün Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na getirildi ise de artık yapacak bir şey kalmamıştı. Bir müddet sonra, bu Grup Kumandanlığı’nın kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi.
Memleket ve milletin içinde bulunduğu şartlar ağır idi. Ülkenin birçok bölgeleri İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiş, düşman donanması İstanbul sularında demirlemişti. Padişah ve hükumet, düşmanlara alet olmuş, aciz ve şaşkın bir vaziyette idi. Mustafa Kemal, bu şartlar altında tek ve gerçek kurtuluşun Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele bayrağını açmak olduğunu gördü. Bu sırada, kendisini İstanbul’dan uzaklaştırmak amacıyla, Anadolu’da 9. Ordu Müfettişliği teklif edildi. Mustafa Kemal, kendisine geniş salahiyetler tanıyan bu vazifeyi kabul ederek deniz yoluyla 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıktı. İstanbul’dan ayrılışından bir gün önce, 15 Mayıs 1919’da İzmir de Yunanlılar tarafından işgal edilmiş bulunuyordu.
Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal, artık kutsal görevine başlamak üzeredir. Komutan ve valilere 22.6.1919 tarihinde Amasya’dan yapılan bir genelge ile “vatanın bütünlüğünün, milletin bağımsızlığının tehlikede olduğu, İstanbul hükumetinin vazifesini yapamadığı” belirtilmiş ve “Milli Mücadele’nin fiilen başladığı” onun imzasıyla ilan edilmiştir. M.Kemal, “milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağına” inandığından, her şeyden evvel, milli kararlar alabilecek bir kongrenin acele toplanması lüzumu üzerinde durmuştur. Bu faaliyetlerden son derece kuşkulanan ve Mustafa Kemal’in, müfettişlik vazifesinin salahiyetlerini aştığını gören İstanbul Hükumeti, İngilizlerin de baskısı üzerine kendisini geri çağırmış, sonunda da Padişah iradesi ile vazifesine son vermişti. Padişahın ve İstanbul Hükümeti’nin bu davranışı üzerine Mustafa Kemal de daha güvenli ve daha rahat çalışabilmek için hem vazifesinden hem askerlikten istifa etmiş, Padişah ve İstanbul Hükumeti’yle ilgisini tamamen kesmiştir.
Bunu izleyen günlerde 23 Temmuz 1919’da Erzurum ve 4 Eylül 1919’da Sivas Kongreleri toplanmış; bu kongrelerde Milli Mücadele’nin temel ilkeleri belirlenmiştir. “Ya istiklal ya ölüm” Milli Mücadele’nin parolasıdır. Her iki kongrede de güçlü kişiliğiyle milli birliği temin eden bir lider olarak başkanlık yapan Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’nden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kadar geçen devrede Heyet-i Temsiliye Başkanı olarak milli teşkilatın kuvvetlenmesi yolunda yılmadan çalışmıştır. Bu süre içinde Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye ile temas temini ve anlaşma zemini arayan İstanbul Hükumeti, temsilcileri aracılığıyla 20-22 Ekim 1919 tarihleri arasında, Amasya’da onunla görüşmüş ve bir millet meclisi toplanmasına ikna olmuştu. Bu görüşme tarihimizde Amasya Görüşmeleri olarak bilinmektedir.
Mustafa Kemal, meclisin Anadolu’da toplanmasını istemesine karşın, Meclis 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplandı. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin esaslarını Misak-ı Milli halinde kabul ve ilan etti. 16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından fiilen işgali üzerine, Meclis artık faaliyet gösteremeyeceğini anlayarak dağıldı; bu sıralarda milletvekillerinin bir kısmı da İngilizler tarafından tutuklanmıştı. Mustafa Kemal, İstanbul’un işgali üzerine valiliklere ve kolordu komutanlıklarına talimat vererek Ankara’da toplanacak fevkalade salahiyete sahip bir meclise yeni temsilciler seçmelerini bildirdi. Sonuçta 23 Nisan 1920’de, yurdun her bölgesinden gelen millet temsilcileriyle Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Mustafa Kemal, millet iradesini ve egemenliğini temsil eden bu Meclis’e ve onun hükumetine de başkan seçilerek, artık Türk bağımsızlık mücadelesinin her bakımdan, askeri, siyasi ve sosyal lideri oldu.
Millet Meclisi’nin açılmasına, milli bir hükumetin kurulmasına karşın Padişah ve Hükumeti, 10 Ağustos 1920’de İtilaf Devletleriyle Sevr Antlaşması’nı imzalayarak dış düşmanlarımızla birleşmiş ve Milli Mücadele’yi geniş ölçüde baltalamak yollarına sapmıştı. Anadolu’daki milli kuvvetlere karşı halife ve padişah orduları kuruluyor, yer yer isyanlar çıkartılıyor, başta Mustafa Kemal olmak üzere Milli Mücadele kahramanları, asi sayılarak idama mahkum edilmiş bulunuyordu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve bu meclise bağlı Ankara Hükumeti’nin kuruluşuyla, bütün bu iç ve dış güçlüklere karşın kısa zamanda düzenli ordu oluşturularak, düşman kuvvetlerine karşı, çeşitli cephelerde büyük başarılar kazanıldı. Doğu cephesinde Ermeniler yenilgiye uğratılarak antlaşmaya zorlandı; Gürcistan’a, sınır vilayetlerimiz boşalttırıldı. Güney’de Fransızlara karşı savaşılarak güçlü savunma örnekleri verildi. Batı cephesinde I. ve II. İnönü Muharebeleriyle Yunan taarruzları durduruldu. Bu dönemde, İtilaf Devletleri, bir taraftan da Sovyet Rusya ile mücadele halinde idiler; 1917 yılında Rusya’da meydana gelen bolşevik hareketinin kendi memleketlerine yayılmasını önlemek için, her cephede Rus ordularıyla savaşıyorlardı. Sovyet Rusya, böyle bir ortam içinde, Anadolu üzerinden gelecek saldırıları önlemek bakımından Türkiye’deki Milli Mücadele’yi destekler bir tutum gösteriyordu. Bu bakımdan Rusya ile -ideolojiler dışında- uygun bir politika izlenerek 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması imzalandı.
Bir ara, Sevr Antlaşması’nı gerçekleştirmek amacıyla Kütahya-Eskişehir yönünden takviyeli kuvvetlerle taarruza geçen Yunanlılar, Temmuz 1921’de ordumuzu Sakarya’nın doğusuna kadar çekilmeye mecbur ettiler. Bu bunalımlı günlerde Meclis, Mustafa Kemal Paşa’yı olağanüstü yetkilerle Başkomutanlığa getirdi. M.Kemal, kısa bir hazırlıktan sonra ordunun başına geçerek 22 gün 22 gece düşmanla çarpıştı ve 13 Eylül 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi adıyla anılan büyük zaferi kazandı. Bu zafer üzerine Meclis tarafından kendisine Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı verildi. Sakarya Zaferi’nin sonuçları siyasi alanda da kendisini gösterdi. 13 Ekim 1921’de Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması, 20 Ekim 1921’de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı.
Bir seneye yaklaşan geniş ve düzenli bir hazırlıktan sonra, Atatürk yeniden ordunun başına geçerek 26 Ağustos 1922 sabahı başlayan Büyük Taarruz ve onu izleyen 30 Ağustos 1922’deki Başkomutan Meydan Muharebesi ile 200.000 kişilik Yunan ordusunu dört taraftan sardı ve düşmanın büyük kısmını imha etti. 1 Eylül 1922’de “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” emrini verdi ve arta kalanını batı yönünde izleyerek 9 Eylül’de İzmir’de denize döktü. Bu muharebeler esnasında Yunan Başkomutan Vekili General Trikopis ve bazı yüksek rütbeli düşman subayları esir alındılar.
Memleketi düşman istilasından temizleyen bu büyük askeri zaferleri takiben, siyasi faaliyetlere önem verildi. 11 Ekim 1922’de İtilaf Devletleri’yle yapılan Mudanya Ateşkes Antlaşması sonucu, Edirne’yi de içine almak üzere Doğu Trakya’nın Yunanlılar tarafından boşaltılması kabul edildi; İstanbul ve boğazlar, bazı kayıtlarla idaremize bırakıldı. 1 Kasım 1922’de saltanatla hilafet birbirinden ayrılarak saltanat kaldırıldı. Bu tarihi karar üzerine Vahdettin, bir İngiliz harp gemisiyle yurt dışına kaçtı. Uzun ve çetin görüşmelerden sonra 24 Temmuz 1923’de İsmet Paşa tarafından imzalanan Lozan Antlaşması’yla yeni Türkiye Devleti’nin bağımsızlığı, bütün dünya devletleri tarafından kabul edildi, milli sınırlar belirlendi; ekonomik alanda Osmanlılar döneminden kalma eski pürüzler temizlenerek kapitülasyonlar kaldırıldı. 13 Ekim 1923’te Ankara devlet merkezi oldu. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilerek Gazi Mustafa Kemal, devletimizin ilk cumhurbaşkanı seçildi. 3 Mart 1924’te artık hiçbir gereği kalmayan, aksine zararlı bir kuruluş durumunu almış bulunan halifelik de kaldırıldı ve son halifeyle beraber Osmanlı hanedanı yurt dışına çıkarıldı.
Artık devletin çağdaş bir biçim alması ve milletin çağdaş uygarlık düzeyine en kısa zamanda erişebilmesi yolunda büyük inkılaplar birbirini izlemeye başladı. Bu süre içinde şapka ve kıyafet inkılapları yapıldı. Tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı; türbedarlıklar kaldırıldı. Laik devlet ilkesi kabul edilerek din ve devlet işleri, kesin olarak birbirinden ayrıldı. Hukuk alanında, şeriye mahkemeleri ve Mecelle kaldırılarak Türk Medeni Kanunu’yla beraber birçok çağdaş yeni kanunlar kabul edildi. İlim ve kültür işlerine büyük önem verildi; Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurularak Türk tarihi ve Türk dili üzerinde çalışmalar yapıldı. Öğretim birliği gerçekleştirildi; medreseler kapatılarak çağdaş kültürü benimseyen cumhuriyet okulları açıldı. Eğitim ve öğretimde laik ve milli bir yol izlendi. Atatürk’ün en büyük eserlerinden biri olan harf inkılabı meydana geldi; Arap harfleri bırakılarak Latin harfleri temeline dayanan Türk alfabesi yapıldı. Üniversite reformu gerçekleştirildi; çeşitli yeni fakülteler açıldı. Uluslararası takvim, saat ve rakamlar kabul edildi. Kadın hukukunda çağdaş atılımlar yapılarak Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanındı. Ekonomik etkinliklere önem verildi. 1923 yılında Türkiye’de ilk defa olarak bir İktisat Kongresi toplanarak memleketin ekonomik sorunları görüşüldü. Tarımsal etkinlikler genişletildi. Ticaret ve milli sanayi geliştirildi. Sağlık işlerine önem verildi. Güçlü bir ordu kuruldu. Yeni Türkiye Devleti’nin temeli olan bütün bu inkılaplara “Atatürk İnkılapları” adı verildi. İnkılapların memlekette daha süratle ve daha sağlam yerleşmesi için, bütün Türk halkını içine almak üzere Cumhuriyet Halk Partisi kuruldu; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık Türkiye siyasetinin temel ilkeleri olarak kabul edildi.
Mustafa Kemal, inkılaplarının büyük kısmını başardıktan sonra Türk bağımsızlık mücadelesini ve yeni Türkiye’nin kuruluşunu anlatan Büyük Söylev’ini yazdı; bunu 1927 yılında, altı gün devam eden büyüleyici hitabetiyle okudu. Değerli inceleme ve değerlendirmelerle dolu olan bu eser, Türk tarihinin olduğu kadar Türk edebiyatının da ölmez eserleri arasında yer aldı. 1934 yılında Meclis, özel bir kanunla kendisine ATATÜRK soyadını verdi. Son senelerinde bitmeyen bir heyecanla Hatay’ın anavatana katılmasına çalıştı. 10 Kasım 1938 perşembe günü saat dokuzu beş geçe Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini kapadı. Ölümü, bütün dünyada derin yankılar yaptı ve büyük üzüntü yarattı.
Naşı, tahnit edilerek Dolmabahçe Sarayı salonunda özel bir katafalka yerleştirildi. Türk bayrağına sarılı ve başında silah arkadaşlarının nöbet tuttuğu tabut, üç gün süreyle milletin ziyaretine bırakıldı. Cenaze, daha sonra 20 Kasım 1938’de Ankara’ya getirildi. 21 Kasım 1938’de büyük törenle Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrine kondu. Cenaze törenine bütün dünya devletleri özel temsilciler gönderdi. Çanakkale’de ve diğer muharebelerde ona karşı savaşmış yabancı generaller törende bilhassa dikkati çekiyordu. 10 Kasım 1953’te naşı Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrinden alınarak büyük bir törenle Anıtkabir’e nakledildi.

Atatürk'ün Türk Gençliğine Bakışı
   Atatürk'ün hayatını inceleyen ve dünya görüşünü bilen herkes, gençlerin Atatürk için özel bir anlamı olduğunu da bilir. Atatürk için gençlik, aydınlık bir gelecek için önemli bir güç, Cumhuriyetin üzerine inşa edildiği tüm değerleri koruyup yaşatacak olan bir kuvvettir. Bu nedenle Atatürk gençliğe çok büyük değer vermiş ve onlara her zaman güvenmiştir. Milli Mücadele için yola çıktığı ilk günlerden itibaren kendisinin en önemli destekçilerinin gençler olacağını sık sık belirten Atatürk, bağımsızlığın kazanılıp Cumhuriyetin kurulmasının ardından da gençlik konusuna özel önem göstermiştir. Yurt gezilerinde genelde öncelikli olarak liseleri ziyaret edip gençlere doğrudan hitap etmiş, gençlerle sürekli diyalog içinde olmaya özen göstermiştir. Konuşmalarında sık sık gençlerden beklentilerini ve nasıl bir gençlik istediğini dile getiren Atamız, Büyük Nutuk 'un son bölümünde yer alan "Gençliğe Hitabe" ile de gençliğin her türlü sorunun üstesinden gelebileceğine duyduğu inancı vurgulamıştır.
Atatürk'ün liderliğini yapmış olduğu bağımsızlık mücadelesi, bu mücadelenin yapıldığı koşullar ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni bekleyen iç ve dış tehlikeler göz önünde bulundurulduğunda, Atatürk'ün gençliğe neden bu kadar önem verdiği daha iyi anlaşılacaktır. Ülkenin dört bir yanının düşman işgali altında olduğu, devlet otoritesinin neredeyse tamamen ortadan kalktığı, bencil ve durumdan kendi menfaatlerine pay çıkarmaya çalışan kişilerin aleyhte faaliyetler gösterdiği bir ortamda birlik ve beraberliğin sağlanması, tüm imkanların Milli Mücadele bayrağı altında birleştirilmesi bağımsızlık savaşının en büyük zorluklarından olmuştur. Böyle bir dönemde gençler, Atatürk'e, aldığı tüm kararlarda bağlılık göstermiş, savaş sırasında da cephede ve cephe gerisinde önemli başarılar elde etmişlerdir. Bununla birlikte Atatürk açısından gençlerin en önemli sorumluluğu Cumhuriyet 'in ilan edilmesi ile başlamıştır. Gerek dünyanın içinde bulunduğu siyasi belirsizlik, gerekse yeni Cumhuriyet'e karşı iç veya dış kaynaklı kurulan çeşitli komplolar en az Milli Mücadele dönemi kadar zor bir dönemin yaşanmasına neden olmuştur. Bir yandan ekonomik zorluklar, bir yandan savaş sonrası yaşanan sosyal problemler gibi yeni kurulan bir devletin karşılaştığı çeşitli sorunların aşılmasında Atatürk gençlerin dinamizmine, enerjilerine ve hepsinden önemlisi Atatürk ilkelerine duydukları sadakate güvenmiştir. Bu nedenledir ki, Türkiye'nin geleceğinin en önemli dayanaklarından biri olarak gördüğü gençliğe şöyle seslenmektedir:
Gençler! Cesaretimizi takviye ve devam ettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile, insanlık meziyetinin, vatan, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! İstikbâl sizindir. Cumhuriyet 'i biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.
Bu sözleri ile Cumhuriyet 'i yalnızca korumak değil, yükseltmek görevini de gençlere veren Atatürk, bunun ancak güzel ahlakı, adaleti, haksızlıkla ve zulümle mücadele etmeyi, milli ve manevi değerlerimize bağlı kalmayı, tarihimizle gurur duymayı bununla birlikte yüzümüzü de sürekli geleceğe dönük tutmayı öngören ilkelerinin ayakta tutulması ile sağlanacağına dikkat çekmiştir. "İsterim ki, daima idealimi gençlere aşılayasınız ve daima korumak hususunda çalışasınız." sözleri ile dile getirilen bu istek, bir anlamda Atamızın bizlere en önemli miraslarından biridir. Bunu yerine getirebilmek için çaba göstermek, Atatürk'ü anlamak ve anlatmak için faaliyette bulunmak gençliğin bilinçlenmesinde önemli bir rol oynayacak, böylece Atatürk'ün başlatmış olduğu reformlar tam olarak hedefine ulaşacaktır.
Atatürk Genç Nesile Güveniyordu
"Milletin bağrından temiz bir kuşak yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak" diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türk gençliğine her zaman için büyük güven duymuştur:
 Atatürk'ün Türk gençliğine duyduğu güven, 1918'de Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı günlere dayanır. İşgalin en ağır günlerinin yaşandığı ve ülke genelinde belirsizliğin hakim olduğu günlerde, Atatürk gençlerin kendisine umut verdiğini defalarca dile getirmiştir.
1919 yılında yaptığı bir başka konuşmasında ise içinde bulunulan koşulların gelecekte asla unutulmaması gerektiğini belirtirken, genç nesile duyduğu güveni bir kez daha dile getirmişti.
Atatürk'ün gençliğe bu derece güvenmesinin temelinde doğru eğitim almış, kişiliği tam anlamı ile gelişmiş bir gençliğin nelere güç yetirebileceğini biliyor olması bulunmaktadır. Atatürk gençliğin toplumdaki yerini ve toplumsal değişimdeki önemini kavramış ve genç neslin üstleneceği dinamizme inanmıştır. Zeki, doğruyu yanlıştan ayırabilecek vicdana sahip, manevi olarak güçlü, ahlaklı, kültürlü, ülkenin sorunları ile ilgili, bu sorunlara kalıcı çözümler üretebilen, milli karakteri temsil eden, çalışkan, vatansever, tarihi bilince sahip bir gençliğin ülke nasıl bir duruma düşerse düşsün her zorluğu aşabileceği bir gerçektir. Bu nitelikte bir genç nesil topluma cesaret ve güç verecek, o toplumu sürekli daha ileriye taşıyacaktır. Atatürk de "Gençler, cesaretimizi pekiştiren ve sürdüren sizsiniz" derken, Türk gençliğinin bu özelliklere sahip olan asil bir gençlik olduğuna inanmıştır.

Gençleri, "bugünün teminatı, yarının garantisi" olarak gören Atatürk'e göre Türk gençliği "terbiye ve kültürü ile vatan sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli simgesi olacaktır." Bunun için gençliğin sorumluluklarının bilincinde, Atatürk ilkelerinin fikirlerini ve ideolojisini benimsemiş ve onun yolundan ayrılmamaya azmetmiş bir gençlik olması şarttır. Bu azim ve şevkin ölçüsünü, kendisini yorulmadan izleyeceklerini söyleyen bir grup gence Atatürk şöyle tarif etmiştir:
 
Kurtuluş Savaşı'nda Gençlerin Üstlendiği Büyük Sorumluluk
Atatürk'ün başlattığı bağımsızlık savaşının sonucunda, "hasta adam" teşhisi konulan bir yönetim, çağdaş, güçlü ve bağımsız yepyeni bir devlet kurmuştur. Atatürk bu mücadelesi ile insanlığa zorluklar karşısında yılmamanın önemini, azmin ve inancın gücü ile her türlü zorluğun aşılabileceğini, Türk Milleti'nin sahip olduğu asıl gücün nasıl büyük başarılar kazanabileceğini göstermiştir. Türk Milleti'nin 1918 yılında içinde bulunduğu karanlık tablonun değiştirilmesinde, vatan topraklarının düşman işgalinden kurtulup Cumhuriyet 'in temellerinin atılmasında Türk gençlerinin büyük katkısı olmuştur.
Gençler Kurtuluş Savaşı öncesinde ve sonrasında hep aktif olarak Milli Mücadele 'nin içinde yer almışlardır. Atatürk, Milli Mücadele 'nin kazanılmasında gençlerin ne denli önemli bir sorumluluk yüklendiklerini görerek şöyle demiştir:
Gençler! Vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.
Atatürk'ün gençlere duyduğu güven, özellikle Milli Mücadele boyunca gençlerin kararlılıklarına, bağımsızlık konusunda gösterdikleri iradeye, fedakarlıklarına ve cesaretlerine şahit olması ile pekişmiştir. Gençlerin bağımsızlıklarına düşkünlükleri, özgürlük ve bağımsızlığın kendisinin karakteri olduğunu söyleyen Atatürk için çok önemlidir. Bir ulusta şerefin, haysiyetin, namusun varlığının ve sürekliliğinin, o ulusun özgürlük ve bağımsızlığa sahip olmasıyla mümkün olduğuna inanıyordu. 


 
 ATATÜRK İLKELERİ
 
         Atatürk'ün inkılaplarına bunları gerçekleştirirken uyguladığı yöntemlere esas olan düşüncelerin sistemli bir şekilde ifade edilmesi  "Atatürk  ilkeleri" dir. Bu ilkeler inkılaplar gerçekleştirildikten sonra da onların yaşatılmaları için dayanak olmuştur.
Atatürk'ün inkılaplarına esas olan ilkeler sağlam tutarlı ve kalıcı niteliklidir.
Çünkü ilkeler evrensel boyutlu ve insanlığın uzun bir tarih boyunca işlediği esaslı düşüncelere dayanmaktadır.İlkelerin temelinde yatan düşünceler 17.yüz yıldan sonra dünyaya yayılmaya başlamış 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğuna sınırlı olarak bu düşünceler girmiştir.
Atatürk bu düşünceleri kendi sezgisi aklı ile değerlendirmiş gözlemleri ve deneyleri ile uygulama niteliklerini ölçmüş  onlara kendi milliyetçi anlayışından doğan yeni boyutlar kazandırmış ve inkılap gerçekleştirmiştir.
 
 
ATATÜRK İLKELERİNİN KÖKENLERİ

AKILCI VE BİLİMSEL DÜŞÜNCE
İnsanın Çevresindeki olayları gerçekleri aklın değişmez kuralları ve bilimin verileri ile açıklayıp değerlendirmesi için kullandığı yöntem akılcı ve bilimci yöntemdir.insanlık yeni çağ başlarından sonra akılcı düşünceye sahip olmuştur .
Osmanlı Devleti akılcı ve bilimsel düşünceden uzak kalmıştır.Atatürk , inkılapları ile akılcı ve bilimsel yolu Türk toplumuna kazandırdı.
Atatürk ilkelerinin kökeninde akılcı ve bilimsel düşünce yatar.
 
FRANSIZ  İHTİLALİNİN ETKİLERİ:
"Fransa ihtilali bütün dünyaya özgürlük düşüncesini  estirmiştir ve bu düşüncenin şimdide temeli ve kaynağı olmaktadır.
Fakat insanlık o tarihten beri ilerlemiştir.Türk Demokrasisi Fransa ihtilalinin açtığı yolu izlemiş ama kendine özgü seçkin niteliği ile gelişmiştir "Sözleri ile Atatürk Fransız ihtilalinin Türk inkılabına etkide bulunduğunu açıkla belirtmektedir,
Laik,  milliyetçi, millet egemenliğine dayalı bir devletin kurulmasında  Fransız ihtilalinin etkisi vardır.Ancak bu et-
ki kendisini taklitçi olarak göstermez . Türk Milletinin kendi benliğine göre bu etkiyi biçimlendirdiğini görmekteyiz.
 
TÜRKÇÜLÜK AKIMI:19.yüzyıl ortalarında doğan aynı yüzyılın sonlarına doğru gelişen Türkçülük akımı
kesin çizgileri ile Atatürk döneminde belirmiştir.Ancak her işi Türk Milletinin çıkarları açısından değerlendiren
Türkü yükseltmek,yüceltmek isteyen Atatürk bu akımdan büyük ölçüde yararlanmıştır.
 
ATATÜRK'ÜN SENTEZİ: Akılcı ve bilimci düşünce, Fransa ihtilalinin etkisi , Türkçülük akımı ,Atatürk tarafından birleştirilmiş bunların yoğrulmasıyla ilkeler ortaya çıkmıştır.
İlkelerin Niteliği   :  Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık,  Devletçilik, laiklik, inkılapçılık olarak  belirlediğimiz Atatürk ilkeleri dış yapıları bakımından özgün değillerdir. Yani bunlar ilk defa Atatürk tarafından bulunmuş ilkeler değillerdir.Ancak iç yapıları bakımından Türklerin özelliklerine ulusal şartlara uygun bir hale getirilmişlerdir.Altı ilke Atatürk İnkılap modelinin “Birlik,otorite,eşitlik “sağlama : Devleti güçlü,toplumu çağdaş düzeye ulaştırıp mutlu kılma amaçlarına yöneliktir.Atatürk bu konuda şunu söylemektedir “Yaptığımız  ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi TC. halkını tamamen çağdaş ve modern ve bütün anlam ve görünüşü ile uygar bir toplum durumuna getirmektir.
 
CUMHURİYETÇİLİK
 
Atatürk'ün temel ilkelerinin başına Cumhuriyetçilik konmuştur. Cumhuriyet bir devlet biçimidir.
Devlet :  Belli sınırlar içinde yaşayan ve ortak bazı özelliklere sahip insanların,kendi içlerinden çıkardıkları güç-
le örgütlenip yaşamalarından oluşan bir toplumsal kurumdur.Egemenliğin kullanılmasına göre Devlet biçimleri oluşmaktadır.
Monarşi, oligarşi, demokrasi devlet biçimleridir.
 Egemenliği kullananların belli aralıklarla seçimle iş başına geldikleri devletlere cumhuriyet denilmektedir. Cumhuriyet oligarşik
cumhuriyet, halka dayalı cumhuriyet  (Demokratik-Demokratik olmayan) ikiye
ayrılabilir. Meşruti monarşi demokrasi sayılmasına rağmen cumhuriyet sayılmaz
Demokrasi:Toplumda farklı düşüncelerin temsil edilmesine,vatandaşın yöneticilerini bu düşünce akımları içinde dilediğince seçmesine denetleyebilmesine dayanan rejime demokrasi denilmektedir. Doğrudan,temsili.yarı doğrudan olmak üzere demokrasi şekilleri vardır.
Temsili Demokrasi genellikle kullanılan şeklidir.Bu sistemde halk kendisini seçtiği vekilleri aracılığıyla yönetir,
Temsili demokraside iki ana esas vardır ;
1-Vatandaşın hakları ve Özgürlüklerinin güvence altına alınması  
2-Temsilcilerin seçimine halkın bütün kesimlerinin katılması.
Cumhuriyet demokrasinin gelişmesi için en ülküsel devlet biçimidir. Çeşitli sorunlar olmasına rağmen cumhuriyet demokrasi
ile özdeştir.
Türk toplumuna demokrasi ve cumhuriyet anlayışının yerleşmesi çok uzun bir süre aldı.
 Orta Asya Türklerinde oligarşik devlet biçimine rastlanılmakla birlikte çok hareketli ve enerjik olan toplumda ayrıcalık faz-
la göze çarpmamaktadır.Müslümanlığı kabul ettikten sonra Ortadoğu’da devletler kuran Türklerin yapısının monarşiye dönüştüğü görülmektedir.Osmanlılarda ise mutlak monarşinin egemen olduğunu görüyoruz.
17.yüz yıl sonlarına doğru Osmanlı Devletinde Askerlik alanından başlanarak, çeşitli reformlara gidilmiştir. Tanzimat dönemi ile can ve mal güvenliği sağlanmış, ıslahat fermanı ile vatandaşlar arasındaki hukuk ayrıcalığı kaldırıldı.Birinci ve ikinci meşrutiyet
dönemlerinde meşruti demokrasi için yoğun çabalar harcandı.
Atatürk  çağdaş düşünce akımları, batıdaki siyasal ve bilimsel gelişmeler karşısında Osmanlı Devletinin yaşama şansının kalmadığına inanmıştır.O zaman yapılması gereken millet egemenliğine dayanan cumhuriyet kurmaktır»
Atatürk , kurtuluş savaşı sırasında yeni bir devlet oluşturarak devleti ulusal egemenlik esasına dayandırmıştır.
Atatürk'ün Cumhuriyet anlamışı millet egemenliğine dayanmaktadır. Çağdaş Demokrasi onun temel hedefidir »
Atatürk Cumhuriyet ve  demokrasiyi kendi sözleriyle şöyle açıklamaktadır;
"Türk Milletinin tabiat ve geleneklerine en uygun yönetim biçimi cumhuriyet yönetimidir"
"Cumhuriyet ahlaki fazilete dayanan bir   idaredir . Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir."
"Cumhuriyet düşünce serbestliği taraftarıdır, samimi ve meşru olmak şartı ile her fikre hürmet ederiz.
Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız muarızlarımızın insaflı olması lazımdır."
"Egemenlik  kayıtsız şartsız milletindir."
" Milletin geleceğine yalnız ve ancak millet egemen olacaktır.”
”Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve akla yatkın uygulamasını sağlayan hükümet biçimi cumhuriyettir.”
"Artık bu gün demokrasi düşüncesi durmadan yükselen bir denizi andırmaktadır .20.yüzyıl bir çok zorba hükümetlerin bu denizde boğulduğunu göstermiştir.Demokrasi ilkesi egemenliği kullanan araç ne olursa olsun temelde ulusun egemenliğine sahip olmasını ve sahip kılınmasını gerektirir.
 Atatürk'e göre cumhuriyet,  milletle, devlet arasında bir kaynaşma sağlar. Cumhuriyet Türk inkılabının en güçlü ve en yol açıcı ilk büyük adımıdır.toplumun dinamizmi,gelişme, çağdaşlaşma yolundaki ilerlemeler, Türk Devletinin cumhuriyet temeli üzerine oturtulmasından kaynaklanmaktadır.
 
 
MİLLİYETÇİLİK
 
   Atatürkçü düşünce sisteminin başlıca ilkelerinden biridir.
 Milli mücadele, Türk milliyetçiliğine ve Türk Milletinin bağımsız yaşama azmine dayanılarak kazanılmıştır.Atatürk, Türk milliyetçiliğini
Şahlandırmış, doğru bir çizgiye yerleştirmiş önderdir.
Millet ne demektir?  Nasıl oluşur ? Milleti tanımlayan farklı görüşler vardır ; milleti belli bir dine ırka dayandıran görüş, milleti belli bir dine dayandıran görüş, milleti belli bir dile dayandıran görüş gibi. Tecrübeler ve yaşam göstermektedir ki  bu unsurlar tek başlarına milleti oluşturmada yeterli değildir. O halde millet kavramının bilimsel tanımı nedir? Tarih , Gelecek , Kültür Birliği ile bu değerlere ortak olan İnanç
Millet olabilmenin temel ölçüleridir.
Bir ülkede yaşayan insanlar, tarihte ortak değerlere sahip olmuşlar , felaket ve mutlulukları ortaklaşa paylaşmışlarsa , gelecekte de aynı biçimde davranacaklarına inanmışlarsa , bu insanları birbirine bağlayan , ortak bir kültür , ortak bir yaşama biçimi ve hayat görüşü varsa bu bir millet demektir.
Milliyetçilik; içinde bulunduğu millete ait olma, kendisi yücelirse, milletinde yüceleceği duygusuna sahip olma ve geliştirmeye denilir.
Yakınçağların başlarına kadar çeşitli aşamalardan geçen yönetim biçimlerinden sonra milli devletlerin oluşmaya başladığını görmekteyiz.
ABD ‘ nin kuruluşu, Fransız İhtilali sonrası dünyada Milliyetçilik akımı hızla yayılmaya başlamıştır.
                                     Osmanlı Devletinde milliyetçilik akımı, önce azınlıklar üzerinde etkili olmuştur. Devletin gerçek kurucusu ve yöneticisi olmasına rağmen, çeşitli nedenlerden dolayı Türk Milliyetçiliği, Osmanlı Devletinde çok geç uyandı.  Atatürk bu konuda şöyle söylemektedir ;
“ Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz, bunun zararlarını fazla faaliyetle (çalışmakla) telafiye (gidermeye) çalışmalıyız… çünkü tarihi hadiseler ( olaylar) ve müşahedeler ( gözlemler) , insanlar ve milletler arasında hep milliyetin hakim (egemen) olduğunu göstermiştir. Özellikle bizim milletimiz milliyetini ihmal edişinin
( Önemsemeyişinin) çok acı cezalarını çekmiştir. Osmanlı İmparatorluğu içindeki toplumlar hep milli inançlara sarılarak milliyetçilik idealinin kuvveti ile kendilerini kurtardılar.Biz ne olduğumuzu  onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi hor ve hakir gördüler anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmuş olduğumuzmuş. Dünya’nın bize hürmet göstermesini ( saymasını) istiyorsak, ilkönce biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissi,fikri ve fiili olarak bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim.Bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.”
Osmanlıcılık fikrinin etkili olmadığı görülünce Türkçülük akımının yayılmaya başladığını görmekteyiz.Bu akıma edebiyat ve düşünsel alanda pek çok ismin katkısı olmuştur. ( Ziya GÖKALP, Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde etkili olmuştur.)
Atatürk’ün Milliyetçilik anlayışı, “Akılcı , çağdaş ,  medeni , ileriye dönük , demokratik , toplayıcı , birleştirici , yüceltici , insani ve barışçıdır.”
Bu anlayış komünizmle, ırkçılıkla ,faşizmle , şovenizmle ,teokrasiyle bağdaşmaz.
Atatürk’e göre millet :
  a- Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan,
  b- Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan
 c-  Sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden
oluşur.
Türk Milletinin oluşmasında etkili olduğu görülen doğal ve tarihsel olgular şunlardır :
Siyasal varlıkta birlik – dil birliği-yurt birliği-ırk ve köken birliği-tarih akrabalığı-ahlak akrabalığı
 
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCEDE MİLLİYETÇİLİK ÖZELLİKLERİ :
 
1- Atatürkçü Milliyetçilik anlayışı ülke ve millet bütünlüğüne önem verir.
“ Türk milleti kendinin ve memleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu,vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir”
2- Atatürkçü Tük-k milliyetçiliği anlayışı ırkçılığı reddeder.
" Aynı ortak geçmişe tarihe, ahlaka ve haklara"
3- Atatürkçü Türk milliyetçiliği çağdaşlaşmayı amaçlar,medeniyetçidir.
"Büyük davamız en medeni ve en müreffeh, millet olarak varlığımızı yükseltmektir yalnız kurumlarında değil düşüncelerinde temelli bir İnkılap yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir»"
4- Atatürkçü milliyetçilik anlayışı laiklik ile bağlantılıdır.Her türlü mezhep ayrımcılığını reddeder.
 "Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir»
5- Atatürkçü milliyetçilik anlayışı sınıf kavgasını reddeder.Milli dayanışma ve sosyal adaletten yanadır.
"Bence bizim milletimiz birbirinden çok farklı menfaatler takip edecek ve bu itibarıyla birbiriyle mücadele halinde
buluna gelen çeşitli sınıflara sahip değildir,"
6-Atatürkçü Türk milliyetçiliği vatan kavramı ile bağlantılıdır,ve gerçekçidir
"Türk milleti Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırları ile ayırt edilmiş dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar."
7- Atatürkçü Türk milliyetçiliği Demokrasiye yöneliktir.Millet Egemenliği ilkesiyle bağlantılıdır.
"Millet egemenliği  öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir taç ve tahtlar yanar mahvolur.”
8- Atatürkçü milliyetçilik saldırgan değil  barışçı  ve insancıldır.
"Biz öyle milliyetçileriz ki bizimle iş biriliği  yapan bütün milletlere saygı duyar ve riayet ederiz.”
"Harp zaruri ve hayati olmalı öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz lakin millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir.”
 
 
HALKÇILIK
Halk: Bir ülkede yaşayan insanların oluşturduğu topluluğa Halk denir.
Milletle arasındaki fark,Millet soyut bir kavram olmakla birlikte halk somut bir kavramdır.Millet geçmişten geleceğe doğru uzanan sürekli bir kavramdır.Halk ise milletin bugünkü uzantısıdır.
Halkçılık, halkın egemenliğini, iradesini temel almak, yönetimde halka dayanmak, halktan güç alarak ona hizmet etmektir .Halkçılık uygulamalarının Fransa ihtilalinden sonra Dünya'da başlayıp yayılmaya başladıklarını görmekteyiz.19.YY.ortalarına kadar kanun karşısında eşitlik,ulusal egemenlik gibi kavramlar Osmanlı devletine girmemiştir, Osmanlı împaratorluğunda ulusal egemenliğe dayalı bir haİk yönetimi hiçbir zaman olmamış,eşitlik ilkesi ise 19.yy. ortalarından sonra gerçekleştirilmeye başlanmıştır.Osmanlı İmparatorluğunda vatandaşlar Müslüman olanlar ve olmayanlar olmak üzere ikiye ayrılmıştı.Müslümanlarda, yöneticiler ve ulema kendilerini seçkin sınıf saymışlar kendilerinin dışında kalan insanlara Halk demişlerdir.Osmanlı devletinde vatandaşlar arasında hukuk açısından tam bir eşitsizlik vardı.Tanzimat ve ıslahat fermanlarının etkisi île toplumdaki hukuk eşitsizliği, giderilmeye çalışılmış, seçkinlerle halk arasındaki eşitsizlik ise ulusal egemenliğin
başlaması ile yani milli kurtuluş savaşının başlaması île giderilmiştir.
Atatürk Halkçılığı;
Atatürk’ün halkçılık ilkesinde üç ana temel vardır.Bunlar :
a-Halk egemenliği
b-Eşitlik
c-Sosyal dayanışma, dır.
Halk Egemenliği:
Yeni kurulan devlet belli bir zümreye değil,belli çıkarlara sahip kimseye değil, halka dayanmıştır.Atatürk bu konuda şunları söylemektedir.”Yeni Türkiye devleti halka değer veren bir devlettir,halkın devletidir.”
“Bugünkü varlığımızın temel niteliği milletin genel eğilimini ispat etmiştir ,o da halkçılık ve halk hükümetidir “
"Bizim görüşümüz ki halkçılıktır, kuvvetin,kudretin,egemenliğin,idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir,halkın elinde bulundurulmasıdır, yine şüphe yok ki,bu dünyanın en kuvvetli bir esası, bir ilkesidir"
Halkın devletinde bütün güç halkındır, halk kendi geleceğine kendi sahip çıkar, “Bizim hükümet biçimimiz tam bir demokrat hükümetidir ve dilimizde bu hükümet halk hükümeti olarak ifade edilir"
Eşitlik:
Atatürk halkın içinde ki tabakaları, kümeleri yalnız iş alanları bakımından farklı görmektedir.Atatürk'ün halkçılık anlayışında bütün bireyler birbirine eşittir, her meslek sahibi de diğerleriyle aynı saygınlığa sahiptir,bütün vatandaşlar birbirine eşittir, kimsenin ayrıcalıyı yoktur.
"Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve toplumsal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir olarak görmek esas ilkelerimizdendir.”
"Bizim halkımız çıkarları birbirinden farklı sınıf halinde değil
aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine lazım olan sınıflardan
ibarettir"
Sosyal Dayanışma (Sınıfsızlık,İşbölümü) :
Atatürk'e göre halkçılığın temel esaslarından biri de halkın mutluluğunun gene halkça bir bütün olarak sağlanmasıdır.Bunun içinde herkes çalışmalıdır.
“Ne olduğumuzu bilelim Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur bir halkız.Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır yetkisi vardır.Fakat, çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız.Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içinde yeri yoktur.”
O halde halkçılık toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir."          
Çalışma sonuçları dengeli olarak değerlendirilecektir.Toplumdaki çeşitli esimlerin çıkarları birbirine denk sayılmalıdır ki toplumsal barış kazanılsın ve sürdürülsün.
 
 
DEVLETÇİLİK
 
Devlet : Toplum biçiminde yaşayan insanların, aralarındaki düzeni kurma ve sürdürmeleri için oluşturdukları güçtür.
Devletin temel varlık sebebi,insanlar arasında düzeni sağlamaktır.
Devletçilik, devletin temel görevleri (adaleti sağlamak,asayişi sürdürmek,ülkeyi savunmak gibi) dışında kalan alanlara müdahale etmesi demektir.
Günümüzde ekonomik kurumlar , toplumun yaşayışında öncelikli sırayı aldığı için
Genel olarak devletçilik,devletin ekonomik alana müdahalesi olarak değerlendirilmektedir.
Atatürk’ün Devletçilik anlayışı :
Hem geniş açıdan hem de ekonomik açıdan değerlendirilebilir.Geniş açıdan bakıldığında ,devletin çok önemli görevleri vardır.Bu görevleri yerine getirecek olanlar ise vatandaşlardır.Öyleyse vatandaşların bazı niteliklere sahip olması gerekmektedir. Yurdun savunulması, asayişin sağlanması için sağlığı yerinde,gürbüz,anlayışları,milli hisleri,vatan sevgileri yüksek,vatandaşlar gereklidir. İçte ve dışta devlet görevlerini yürütecek yüksek yetenekte vatandaşlara ihtiyaç vardır. Devlet, vatandaşın,eğitimi,terbiyesi,sağlığı ile ilgilenmek zorundadır. Geniş anlamda devlet vatandaşın gelişmesi,yücelmesi için gerekli alanlara müdahale edecektir.
Atatürk’ün Ekonomik Devletçi Yönü :
Türkiye Cumhuriyeti,Osmanlı devletinin yıkıntıları üzerinde kuruldu.Yeni devlet Osmanlı Devletinden kötü bir ekonomi mirası devraldı.Tarıma elverişli toprakların pek az bölümü ekilebilmekteydi,tarımsal üretim ilkel araçlarla yapılmaktaydı.
Osmanlı Devleti,sanayi devriminin dışında kaldığı gibi,ülkede bulunan küçük üretim yerleri,makineleşen,sanayileşen bir dünya karşısında erimişti.Osmanlı Devletinde varolan ekonomik işletmelerde genelde yabancı devletlerin denetimi altındaydı.Osmanlı Devletinin girdiği savaşlar, Milli Kurtuluş savaşı ekonomiyi tamamen yok etti.
Türkiye Cumhuriyeti,başlangıçta kendi ekonomisini kurabilmek için çok büyük zorluklarla karşılaştı.Osmanlı devletinin borçları,sermaye ve yetişmiş eleman eksikliği,1929-1930 dünya ekonomik bunalımı,Türkiye’yi olumsuz etkiledi.
Ekonomiye büyük önem veren Atatürk,izlediği devletçi modelle,ekonomik kalkınma çabası göstermiştir.
Atatürk’ün ekonomiyle ilgili görüşleri şöyledir :
“ Siyasi,askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar,ekonomik başarılar ile taçlandırılmazlarsa,elde edilen zaferler ayakta kalamaz,az zamanda söner”
 
“Milletçe ekonomik yönden güçlü olarak geleceğin tehlikeli günlerine hazırlamalıyız”
“ Endüstrileşmek, en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır.Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük,küçük her çeşit sanayi kuracağız ve işleteceğiz.En başta vatan müdafaası olmak üzere,mahsullerimizi kıymetlendirmek ve en kısa yoldan en ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaşabilmek için,bu bir zarurettir.”
“Ekonomik kalkınma Türkiye’nin hür,müstakil,daima daha kuvvetli,daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.”
“Yeni Türkiye Devleti bir ekonomi devleti olacaktır”
      Atatürk’te katı bir devletçilik anlayışı yoktur.Atatürk’ün devletçilik anlayışı bireye karşı değildir.” Türkiye Cumhuriyetini yönetenlerin, demokrasi temelinden ayrılmamakla birlikte devletçilik ilkesine uygun yürümeleri,bugün içinde bulunduğumuz hallere,şartlara ve zorunluluklara uygun olur.Bizim izlenmesini yerinde gördüğümüz devletçilik ilkesi bütün üretim ve dağıtım araçlarını bireyden alarak,ulusu büsbütün başka temeller üstünde düzenlemek amacını izleyen sosyalizm ilkesine dayanan kolektivizm ya da komünizm gibi özel ve kişisel ekonomi girişimlerine ve iş yapmalarına meydan bırakmayan bir yöntem değildir.
       Atatürk’ün devletçilik anlayışıyla ve uygulamalarıyla Türkiye,1930-1939 dönemleri arasında önemli başarılar elde etmiştir.Sanayileşme çabaları başlamış,ekonomiye kredi ve imkan sağlayacak önemli kuruluşlar, ekonomiye yön verecek önemli yasalar, bu dönemde çıkarılmıştır.
   
            LAİKLİK
Laiklik bir devletin temelini hukukunu dine dayandırmaması demektir.Fransa ihtilali ile ilk kez temel hakları bir bütün olarak geçilmesi aşamasına gelinmiş,laiklik dünyaya yayılmaya başlamıştır.Laiklik Devletin dine karşı cephe alması demek değildir.                                 
Müslümanlıktan önceki Türk Devletlerinde Türklerde o döneme göredin özgürlüğü vardır*Din görevlileri devlet işlerine karışmamışlardır.
Türklerin müslümanlığı kabil etmesi ile birlikte Türklerdeki laik yapı kaybolmaya başladı. Selçuklu Türkleri Osmanlıların kuruluş zamanlarında Türkler yaşama geleneklerinde serbest davranabilmişlerdir.l6.yüzyıldan sonra ise Osmanlı imparatorluğuna teokratik yapının egemen olmaya başladığını görmekteyiz.l 9.yüzyılda Osmanlı devleti, devlet yapısında bazı de ğişiklikler yapmasına rağmen devletin yapısal özelliğindeki dinsellik sürmüştür.Kurtuluş savaşının kazanılması sonucu Türkiye'de laikliğe geçiş aşamaları başladı.Yeni devletin yapısı ulusal egemenliğe dayandırılmıştır.
Bunun için temelde yapılması gereken şey laiklik'e geçmedir. Saltanatın kaldırılması Halifeliğin kaldırılması, eğitim öğretimin birleştirilmesi,tekke,zaviye,türbelerin kapatılması laiklik ilkesinin anayasaya girmesi(l937) laiklik aşamalarıdır.
 
ATATÜRK' ün LAİKLİK ANLAYIŞI;
 
“Din bir vicdan meselesidir herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir.
biz dine saygı gösteririz, düşünce ve tefekküre muhalif değiliz, biz sadece din işlerini millet ve devlet işleri ile karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. Mürtecilere asla fırsat vermiyeceğiz" Bu sözler Atatürk'ün Laiklik anlayışını açıkça ortaya koymaktadır.
Atatürk'ün laikliği kesinlikle dine karşı değildir  
Atatürk Din gerçeğini inkar etmez ”Din lüzumlu bir müessesedir" demektedir.
Atatürk’e göre din "Allah ile kul arasındaki bağlılıktır" Atatürk  çeşitli konuşmalarında islam dinini "Akla en uygun, en mükemmel din" olarak  tanımlamıştır. İslamlık "Tanrı ile kul arasındaki ilişki demektir.Laiklik bu ilişkiyi koruyup geliştirmeye çalışır.Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir.Hiç bir kimse hiç bir kimseyi zorlayamaz."
"Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısı açtığı için hakiki dindarlığın geliş-
mesi imkanını da temin etmiştir.Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler terakkinin ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış şark kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.
"Laiklik yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması değildir,bütün yurttaşların vicdan ibadet ve din öğürlüğü de demektir."
Laiklik ile Devlet bilim ve akıl ile yönetilecek millet de kendini bu yolda geliştirecektir.Bu gelişmede dinin yeri vicdanlardır.
 Laiklik, dine saygı, din devlet işlerinin ayrılmasının yanında  din sömürüsü yapılmaması da demektir.Din ve mezhep hiç bir zaman politika aleti olarak kullanılamaz. Ayrıca din, halkı sömürme aracı da yapılamaz." Softa sınıfının din simsarlığına müsaade edilmemelidir.dinden maddi çıkar sağlayanlar iğrenç kimselerdir.işte biz bu vazifeye muhalif la ve buna müsaade etmiyoruz”.
Atatürk'ün laiklik anlayışı kalkınmanın,çağdaşlaşmanın en önemli itici gücü olacaktır.
 
 
İNKILAPÇILIK
Atatürk'e göre Türk inkılabı nedir? Neden yapılmıştır "Yaptığımızve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve Modern ve bütün anlam ve görünüşü ile uygar bir toplum
durumuna ulaştırmaktır".
"Biz büyük bir inkılap yaptık, memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük" sözleriyle
Atatürk Türk inkılabı ile çağdaşlaşmayı hedef almıştır. Bütün alanlarda gelişme ana hedeftir.
"Türk milletini son asırlarda geri bırakmış olan müesseseleri yıkarak yerlerine milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müesseseleri koymuş olmak "Atatürk'e" göre Türk inkılabıdır.Atatürk,inkılapların başarıya ulaşabilmesi için millete dayanmak gerektiğini de anlamıştır."Türk milletinin son yıllarda gösterdiği harikaların, yaptığı siyasal ve toplumsal inkılapların gerçek sahibi kendisidir,sizsiniz ,milletimizdeki bu yetenek ve gelişme var olmasaydı onu yaşatmaya hiç bir güç ve kudret yeterli gelmezdi"
"inkilap hareketlerinde dikkat edilecek»nokta,insan cemiyetlerini emellerini,fikirlerini teşhis ettikten sonra onlara yenilikleri kabul ettirebilmektir."
Atatürk Türk inkılabını milletin yeteneği ve gelişme gücüne dayanarak gerçekleştirmiştir,Türk inkılabı genel kurallara uygun,düzensizlik evresi geçirmeyen köklü ve büyük bir toplumsal sistem değişikliğidir.
Türk inkilabını korumanın yolu:"înkilabın temellerini her gün derinleştirmek, sağlamlaştırmak,güçlendirmek gerektir."
"Mutlu inkılabımızın karşısında düşünce ve duygu taşıyanları aydınlatma ve doğru yolu göstermek, aydınlığa düşen milli görevlerin en önemlisi ve birincisidir."
"En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için sert tedbirlere başvurulmuştur. Bize gelince, inkılabı koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız."
İnkılapçılık konusunda Atatürk şöyle demektedir “İnkılabın hedefini kavramış olanlar onu daima muhafazaya muktedir olacaklardır."
"Gerçek inkilapçılar onlardır ki ilerleme yenileşme inkılabına yöneltmek istedikleri insanların ruh ve vicdanındaki gerçek eğilimi sezinlemeyi bilirler"
Türk inkilabı sürekli olarak yenilenmelidir.Eğer bu yapılmazsa çağdaşlaşma yolundaki çabalar sonuçsuz kalır.Atatürk ilke ve inkılapları sürekli yenileşmeye açıktır,
Atatürk'ün inkılapçılık ilkesi ile,Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma çabasında hem geçerliliğini,yararlılığını sürdüren inkılapçı uygulamalara sahip çıkılmasını, onların korunmasını,geliştirilmesini;hem de yeni ihtiyaçlar karşısında yeni inkılapçı uygulama ve çözümlere gidilmesini istemektedir.
İnkılapçılık kalıplaşmayı, durağanlığı, köhneleşmeyi, işlevini kaybetmeyi, çağın toplumun gerisinde kalmayı önlemek,dinamik bir İnkılap anlayışını sağlamak ve sürdürmek için konmuştur.
Atatürkçülük dinamik bir ulusal ideolojidir.onu durağanlıktan dogmacılıktan kurtaran,yaşayan, yaşatacak olan, çağın gerisinde bırakmayacak olan inkılapçılık ilkesidir.
 
SONUÇ
 
Atatürk ilkeleri bir bütünün parçalarıdır.Her biri bütünü tamamlayan özelliklere sahiptir.Cumhuriyet,millete dayanmazsa milliyetçi değilse değeri yoktur.Cumhuriyet,halkın içinden çıkmalı, halkçı olmalıdır.Halkın sorunlarını çözerken devletçi olacaktır.Milliyetçi,halkçı,devletçi bir cumhuriyet laik olmak zorundadır. Bunların korunması,sürdürülmesi,geliştiril-
mesi ise yani çağdaşlaşma ve çağdaşlığı sürekli kılma inkılapçılıkla mümkün olacaktır.
Atatürk ilkeleri bütün insanlığa seslenmekte ve insan sevgisini dile getirmektedir.ilkelerin birleşmesi,güçlü,sağlam,kalıcı bir hayat görüşünü bize vermektedir.ve her zaman uygulanabilir Niteliklere sahiptirler ,
•Türk inkılabı milli devlet oluşturmuş,tarih bilincini geliştirmiş, ekonomik eğitim ve kültürel kalkınmayı gerçekleştirmiş ve mazlum milletlere önderlik etmiştir.
 
 
  Bugün 19 ziyaretçi (32 klik) kişi burdaydı!


Image Hosted by ImageShack.us
 
 
Google
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol